“Felsefe öldü!” “Artık sadece kendisini tekrarlamaktan ibaret” “Platon, Aristoteles… İki bin yıldır bunları tartışıyorlar” diyenleri duymuşsunuzdur? Bir şeyi kaçırıyor olabilir misiniz: modern siyaset ve ahlak felsefesi.
Bu alanlarda son yüzyılda olağanüstü işler yapılıyor. Öyle ki, toplumsal roller, güç ilişkileri, iletişimde geçen mikro adaletsizlik prensipleri. Bunların hepsi, modern siyaset felsefesinin konusu.
Söz gelimi eskiden filozoflar “adalet nedir?” gibi sorular sorarlardı. Elbette bu sorular bugün de sorulmuyor demiyoruz. Ancak bu soruların büyüklüğü, birçok küçük ölçekte yaşanan büyük deneyimleri kapsama yoksunluğunda kalmaları bakımından bir miktar “demode” kaldılar.
Bu yazımda kendisiyle geçen ay Glasgow Üniversitesi – Hukuk Fakültesinde düzenlenen bir konferans serisi vesilesiyle bizzat yüz yüze tanışma imkanı bulduğum filozof Miranda Fricker’in kurduğu “epistemik adaletsizlik” kavramına yoğunlaşacağım. Kendisi, bu kavramı 2007 yılında modern felsefe literatürüne kattı ve o günden sonra literatürde hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
Bu kapsamda kendisi, “Epistemic Injustice: Power and the Ethics of Knowing” isimli kitabında derin bir felsefi analize girdi. Bu kitap Türkçeye Fol yayınları tarafından kazandırıldı:
Kitabın “Tanıklık Adaletsizliği” ve “Yorumlayıcı Adaletsizlik” şeklinde iki ayrı kategorilendirmesi mevcut.
- Tanıklık Adaletsizliği (Testimonial Injustice)
Fricker’e göre bu tanıklık biçimi, kişinin ifadelerinin yeterince güvenilir bulunmamasıyla ortaya çıkar. Örnek olarak geçmiş yüzyıllarda yaşayan bir kadın olduğunuzu düşünün. “O yoksul genç bunu ne bilsin?” “Kadın siyaset işlerinden ne anlar?” “Anadolunun sapasından gelmiş bir adam o, bu meseleden ona ne?” gibi yargılayıcı kalıplarla, belirli kişiler toplumsal bağlamdan dışarı tutuldular. Belki o insanlar gerçekten de doğru bir şey söylüyordu, ancak kadın olması ya da küçük bir kasabada büyüyen bir genç olması onun sözlerine gereken ağırlığı verilmemesine ve adaletsizliğe uğramasına sebep oldu.
Bu durum günümüzde de tamamen bitmiş değil. Birçok kadının hiyerarşik konumu arttıkça ona karşı önyargıların arttığı ile ilgili araştırmalar var. Örneğin:
- Moss-Racusin ve Arkadaşları (2012) Çalışması
Bu çalışmada, bilimsel araştırma üniversitelerindeki 127 bilim fakültesi üyesi, laboratuvar yöneticisi pozisyonu için başvuran “John” ve “Jennifer” isimli iki hayali adayın başvurularını değerlendirdi. Başvurular tamamen aynı olmasına rağmen, “John” daha yetkin ve işe alınabilir olarak değerlendirildi ve “Jennifer”dan daha yüksek başlangıç maaşı teklif edildi. Bu, cinsiyete dayalı önyargıların, işe alım sürecinde bile ne kadar yaygın olduğunu göstermektedir. (1)
- National Academies of Sciences, Engineering, and Medicine Raporu (2020)
Bu rapor, kadın akademisyenlerin, erkeklere kıyasla daha az dış finansman ve kaynaklara erişimi olduğu, araştırma başarılarının daha sert değerlendirildiği ve daha az colloquium konuşmacısı olarak davet edildikleri belirtilmiştir. Ayrıca, kadınların yayınlarının daha az atıf aldığı ve daha sert hakemlik süreçlerinden geçtiği bulgulanmıştır. (2)
Bu elbette sadece cinsiyet temelli bir fenomen değil. Ten renginiz, statünüz, orantılı bir yüzünüzün olup olmaması bile, sizin sözlerinizin inanılır bulunup bulunmaması veya ciddiye alınıp alınmamanızı etkileyen faktörlerden.
- Oosterhof ve Todorov (2008) Çalışması
Alexander Todorov ve Nikolaas Oosterhof’un 2008 yılında yaptığı çalışma, yüz ifadelerinin insanlar üzerindeki güvenilirlik algısını nasıl etkilediğini araştırmıştır. Bu çalışma, yüzlerin güvenilirlik, dominantlık ve diğer sosyal özelliklere dayalı olarak hızlı yargılara varıldığını göstermektedir. Araştırma, katılımcıların yüzlere 50 milisaniye kadar kısa bir sürede baktıklarında bile güvenilirlik değerlendirmesi yapabildiklerini ortaya koymuştur. (3)
Yine, sizi birilerinin inandırıcı bulması sadece bunlarla ilgili değil; zenginlik seviyesinin de bununla ilişkisi var. Örnek:
- Frontiers in Psychology (2021) Çalışması
Bu çalışma, bireylerin aylık gelirlerinin yüzlerine dayalı güvenilirlik yargılarını ve sonraki güven davranışlarını nasıl etkilediğini araştırdı. Sonuçlar, yüksek gelirli bireylerin daha güvenilir olarak algılandığını ve güven davranışlarında daha olumlu değerlendirildiklerini göstermiştir. Yüksek gelirli kişilerin daha yetkin ve işbirlikçi olarak algılandığı, bu nedenle de daha güvenilir bulunduğu belirtilmiştir.(4)
Peki tüm bu değişkenlerin mahkeme, dava, sosyal yargılama ve grup ilişkilerini nasıl derinden etkilediğini tahmin edebiliyor musunuz?
(Bir epistemik adaletsizlik örneği: Yeşil Yol filmi)
Birçoğunuzun bildiği meşhur “Yeşil Yol” filminde, John Coffey karakteri bu tür bir adaletsizlikle karşı karşıyadır. John Coffey, siyah bir adamdır ve iki beyaz kızı öldürmekle suçlanır. Film boyunca, Coffey’in aslında suçsuz olduğu ve kızları iyileştirmeye çalıştığı ortaya çıkar. Ancak, onun ifadeleri ve tanıklıkları, 1930’ların Amerika’sında mevcut olan ırksal önyargılar nedeniyle ciddiye alınmaz ve değersizleştirilir.
- Yorumlayıcı Adaletsizlik (Hermeneutical Injustice)
Miranda Fricker’in ikinci kavramsallaştırması ise Yorumlayıcı Adaletsizliktir. Bu tür adaletsizlik, bir grubun veya bireyin yaşadığı deneyimleri anlamlandırmak için gerekli kavramsal kaynaklara erişiminin olmaması durumunda ortaya çıkar. Yorumlayıcı adaletsizlik, genellikle toplumun genelinde yaygın olan bilgi ve anlayış eksikliklerinden kaynaklanır.
Bir bireyin yaşadığı bir tür ayrımcılığı veya tacizi tarif etmek için toplumda uygun bir dil veya kavramın olmaması, bu tür adaletsizliğe bir örnektir. Bu durumda, bireyler kendi deneyimlerini anlamakta ve ifade etmekte zorlanırlar çünkü toplumsal yapılar bu deneyimleri tanıyacak ve açıklayacak şekilde gelişmemiştir.
Özetle, tanıklık adaletsizliği, bireyin ifade ettiği bilgilerin önyargılar nedeniyle reddedilmesiyle ilgilidir, yorumlayıcı adaletsizlik ise bireylerin deneyimlerini anlamlandırmak için gerekli kavramsal araçlardan yoksun olmasıyla ilgilidir.
ÖRNEK OLAYLAR
- Yeşil Yol filmi örneği ile ele alırsak, Coffey’in yaşadığı şeyi anlatamaması bu tür adaletsizliğin örneğidir.
- Bir lisansüstü öğrencisi, iş yerinde sürekli olarak rahatsız edici ve uygunsuz davranışlarla karşı karşıya kalıyor. Bu davranışlar, kadın çalışanın verimliliğini ve psikolojik sağlığını ciddi şekilde etkiliyor. Ancak, yaşadığı bu deneyimi tanımlayacak ve ifade edecek uygun kelimeleri bulamıyor.
Çalışma arkadaşları ve yöneticileri, onun şikayetlerini anlamakta zorlanıyor çünkü toplumda bu tür deneyimlerin tanınması ve kabul edilmesi konusunda yeterli farkındalık yok. Genç kadın, bu durumu tarif etmek için “rahatsız edici davranışlar” veya “uygunsuz şakalar” gibi genel terimler kullanıyor, ancak bu terimler yaşadığı deneyimin ciddiyetini tam olarak yansıtmıyor.
FORMÜLÜ ANALİTİK FELSEFESİ BAĞLAMINDA YAZARSAK:
- İnsanlar hep epistemik adaletsizliğine uğruyorlardı, ama yorumlayıcı adaletsizliğe uğradıklarını epistemik yetersizlikleri sebebiyle ifade edemiyorlardı!
BİRAZ SANATA GELELİM:
Düşünün ki bir yazar, Güney Asya’da küçük bir köyde doğup büyümüş ve kendi kültürel deneyimlerini ve toplumsal sorunlarını ele alan eserler kaleme almıştır.
Yazar, topluluğunun sesi olmak ve onların yaşadığı zorlukları dünya çapında duyurmak istemektedir.
Ancak, batılı yayınevleri ve eleştirmenler, yazarın eserlerini egzotik veya yerel renk katan çalışmalar olarak görüp, bu eserlerin evrensel insan deneyimleri hakkında önemli katkılar sunduğunu anlamamaktadır.
Bu tür bir önyargı, yazarın eserlerinin geniş kitleler tarafından ciddiye alınmasını ve anlaşılmasını engellemektedir.
- EPİSTEMİK ADALETSİZLİK BİLİNCİNİN ÖNEMİ
Bu konuda farkındalık arttıkça insanlar başlarına gelen dışlama, ötekileştirme, mobbing veya marjinalleştirme gibi deneyimleri daha iyi anlamlandırabilirler; aynı zamanda farkında olmadan yaptıkları epistemik adaletsizlikleri gözden geçirebilirler.
Örneğin, kırsal bir bölgede büyüyen bir bilim insanı, akademik çevrelerde çalışmalarının “yerel” veya “önemsiz” olarak değerlendirilmesinden rahatsızlık duyabilir. Bu farkındalık, yaşadığı yorumlayıcı adaletsizliği tanımlamasına yardımcı olur. Benzer şekilde, bir öğrenci, düşük sosyoekonomik statüsü nedeniyle öğretmenlerinin kendisine daha az ilgi gösterdiğini ve potansiyelini göz ardı ettiklerini fark edebilir. Bu durum, öğrencinin maruz kaldığı tanıklık adaletsizliğinin bir örneğidir.
Bu tür farkındalıklar, insanların kendi önyargılarını ve davranışlarını gözden geçirmelerine de yol açabilir. Örneğin, bir yönetici, belirli bir etnik gruptan gelen çalışanlarına bilinçsizce daha az fırsat tanıdığını fark edebilir. Bu farkındalık, yöneticinin kendi önyargılarını ve uygulamalarını değiştirmesine yardımcı olur.
Aynı şekilde, bir akademik dergi editörü, gelişmekte olan ülkelerden gelen makalelere karşı önyargılı olduğunu fark edebilir ve bu makalelerin daha adil bir değerlendirme sürecine tabi tutulmasını sağlamak için politikalarını yeniden gözden geçirebilir.
Bu tür farkındalıkların artması, sivil ve kurumsal hayatta daha güvenli ve kapsayıcı ortamların oluşmasına katkı sağlar. İnsanlar, birbirlerinin deneyimlerini daha iyi anladıkça ve kendi önyargılarını gözden geçirdikçe, adalet ve eşitlik ilkeleri üzerine kurulu daha sağlıklı ilişkiler ve topluluklar geliştirirler. Bu da hem bireylerin hem de toplumun genel refahını artırır.
Konuyla ilgili, Miranda Fricker’in meşalesini alarak düşünce dünyasını daha da aydınlatma cüreti gösteren akademisyenlerin derlediği muhteşem bir kaynak. Türkçeye kazandırılması için yayınevlerinin harekete geçmesini tavsiye ve umut etmekteyim:
KAYNAKÇA:
- Moss-Racusin, Corinne A., John F. Dovidio, Victoria L. Brescoll, Mark J. Graham, and Jo Handelsman. “Science Faculty’s Subtle Gender Biases Favor Male Students.” Proceedings of the National Academy of Sciences 109, no. 41 (2012): 16474-16479.
- National Academies of Sciences, Engineering, and Medicine. Promising Practices for Addressing the Underrepresentation of Women in Science, Engineering, and Medicine: Opening Doors. Washington, DC: The National Academies Press, 2020.
- Li, Nan, and Ning Liu. “The Nonlinear and Gender-Related Relationships of Face Attractiveness and Typicality With Perceived Trustworthiness.” Frontiers in Psychology 12 (2021). https://www.frontiersin.org/articles/10.3389/fpsyg.2021.656084/full.
- Reichenberger, Julia, Sarah Schwarz, Martin M. Antony, and Jürgen Margraf. “Helping and Self-Help in Overcoming Social Anxiety: The Role of Social Skills, Self-Efficacy, and Treatment Motivation.” Frontiers in Psychology 9 (2018). https://www.frontiersin.org/articles/10.3389/fpsyg.2018.00512/full.
Çok keyifli ve akıcı bir içerik olmuş Hatice hanım. Paylaştığınız bilgi, farkındalık ve bakış açıları için teşekkürler.