Bu yazıda Hayek’in ünlü Bilginin Toplumda Kullanımı makalesinin bilgiye olan bakış açısını, böyle bir bakış açısının ne tür bir toplum tasarladığını ve bugünün toplumuyla ne şekilde paralellik gösterdiğini inceleyeceğim. Hayek ünlü ‘Bilginin Toplumda Kullanımı’ makalesine ‘Rasyonel bir İktisadî düzen kurmaya çalıştığımızda çözmeyi amaçladığımız problem nedir?’1 sorusuyla başlıyor. Ancak Hayek, bana göre buradan hareketle bütün olarak ‘bilgi’nin mevcudiyeti argümanını tartışıyor. Bilginin toplumda mevcudiyeti ve bilginin yapısıyla ilgili varsayımları ve seçimi bir bütün olarak piyasa toplumunu işaret ediyor. Biz ise böyle bir toplum tasarısını önce Hayek’in metni bağlamında ele alıp ardından ise Hayek’in de kurucu babalarından olduğu neoliberal ideolojinin bilgiye bu tarz bir bakış açısının toplumu ve bireyleri ne şekilde biçimlendirdiğini tartışacağız.
Bilginin Toplumda Kullanımı
Hayek’e göre bilgiyle ilgili bu sorunun cevabı varsayımlarımızla alakalıdır. Eğer bir düzen oluşturmak için gerekli tüm bilgiler veriliyse sorun tamamen mantıksal/matematiksel boyuttadır. Tüm bu bilgileri kullanarak toplum için optimal sonuç doğuracak tasarıları hayata geçirebiliriz. Tüm bilgiye sahipsek, istediğimiz düzeni sağlayacak şekilde sistemi dizayn edebilecek mekanizmalar kurabilir, istikrarı sağlayabiliriz. Ancak bu durum Hayek’e için gerçeklikten uzaktır. Bunun nedeni ise, eylemin içinde yapıldığı, yapılacağı topluma ilişkin bilgilerin tek bir kişiye ‘verili’ olamayacağı gerçeğidir. Rasyonel bir iktisadi düzen kurmaya çalışmaktaki bu durumun niteliği, bilginin tek bir kişiye değil de eylemi eyleyenler arasında bölük pörçük tek tek bireyler arasında dağılmış ve birbirleri arasında çelişen bilgilerden oluşmasıdır.
Yani kısaca toplumun çözülmeyi bekleyen problemi, bu dağınık bilgi kümelerinden bir çeşit ‘optimal sonuç’ çıkıp çıkamayacağıdır. Bu durumda problem bir nevi ‘karar verme’ sorununa dönüşmektedir. Karar ister bireyler tarafından kendilerine verili o ana dair olan bilgilerle kendi optimal sonuçları için verilsin, ister merkezi bir otorite tarafından belirli bir ‘ideal’ uğruna yargılara vararak, kuramsal bilginin peşinde gerçekleştirilsin (çünkü varolan tüm bilgilerin ‘veri olarak’ birine verili olması imkansızdır’) ‘düzen, istikrar, insanca yaşam’ için yapılsın, iktisadi düzende ‘karar verme’ varolan bir olgudur. Soru kim tarafından verileceğidir.
Hayek’e göre pratikte sınıflandırılmayan, o an için hayati ancak organize olmamış bilgiler vardır. Bu durumda her birey diğer bireylere göre bazı avantajlara sahiptir. Çünkü birey ancak karar kendisine bırakıldığında faydalı olabilecek, eşsiz, planlamacıların sahip olmasının olanaksız olduğu ‘unique knowledge(eşsiz bilgi)’ sahibidir. Bu bilgiler bireylere eşsiz avantajlar sağlarlar ve merkezi planlamanın kuralları, vizyonu ve yargıları bu bilgilerin kullanımını engellemekte ve teker teker bu bireylerin bilgilerini otorite zoruyla kullanıma kapatmaktadır.
Bunun yüzünden de Hayek devletin iktisadi dünyaya el sürmemesi gerektiğini düşünür. Bilgi toplumdaki bireylere yayılmıştır. Dinamik dünya problemleri yine dinamik perspektiften, insanların o anki bakışları yoluyla çözülmelidir. Planlama teker teker bu bilgilerin hiçbirisine sahip olmadan, statik bir perspektiften her dinamik eylemi düzenleme çabası içerisindedir ve bu bir özgürlük problemidir. Ancak Hayek bu yönden yalnızca İktisadi dünya ile kalmaz, kalması da mümkün değildir. Yalnızca iktisadi dünyada bilginin böyle dağıldığını savunup diğer durumlarda bilginin farklı şekillerde varolacağını söylemek tutarlılığı bozacaktır. Çünkü iktisadi dünya, politik, toplumsal dünya gibi kavramlar birbirleriyle iç içedir ve etkileşimlidirler. Zaten Hayek de makalesinin devamında şöyle ifade etmiştir:
“Burada karşılaştığımız sorun yalnızca iktisada özgü değildir; dil ve kültürel mirasımızın büyük bir kısmı da dahil olmak üzere neredeyse tüm gerçek sosyal olgularda ortaya çıkar ve gerçekten de tüm sosyal bilimlerin temel teorik problemini oluşturur.”
Hayek burada problemi genelleştirir. Toplumda varolan bilgiyi genel anlamda yalnız o anda, akış halindeyken bireylere verili eşsiz bilgiler olarak görür. Toplumda üretilen ve birbirleriyle etkileşime girmesi beklenen bilgi yapıları hakkında kurgulanan bu sınırlayıcı perspektif bizi birçok problemle baş başa bırakır. Bu problemlerden birçoğu halen tartışılmaktadır. Çünkü Hayek’in ve diğer neoliberal düşünürlerin fikirlerinin bugünün toplumunun biçimlenmesinde önemi büyüktür. Onların varsayımları ve perspektifleri, on yıllardır hayatımızı öyle ya da böyle biçimlendiren bir sistemin temel ideolojik doktrinini oluşturmuştur.
Bilginin Mevcudiyeti
Bu kısımda son kez genel ifadelerden kaçınarak iktisadi düzen üzerinden gideceğim. Bahsedeceğim problemler ve ikilikler, tüm toplumsal olgular için bilginin kullanımı hakkında böyle bir perspektifin sonuçları üzerinde yorumlanabilir. Burada bahsedilen mevcudiyet ve bilgi varsayımları Hayek’in de söylediği gibi ‘sosyal bilimlerin temel teorik problemidir’. Hayek bilginin yapısına dair yaptığı varsayımı gereği yalnız devletin planlamacılığını değil ‘planlamayı’ bir bütün olarak dışlar. Bu dışlama durumu ise nihayetinde toplumda üretilen birçok çeşit bilgi biçimini görmezden gelmeyi, uygulandığında ise yok etmeyi sağlar. Yalnızca devlet ya da karar alıcılar aşağıda bahsedeceğim bilgi biçimlerini üretip uygulamaya koymaz, yaşam bilgisi, kuramsal bilgi, insana dairdir. Ve işte Hayek’in bilgi varsayımları toplumda üretilebilecek diğer tüm bilgi biçimlerini dışlar. Buna ilerde döneceğiz.
Hayek Bilginin Toplumda Kullanılması makalesinde aslında merkezi karar alıcıların karşısına tek tek o an ve yalnız o anda bulunan ‘unique knowledge(eşsiz bilgi)’ sahibi aktörleri koyarken bir çeşit mevcudiyet problemini işaret eder. Bir süreç olarak piyasa sürekli akış halindeyken onun sistemi üzerinde ortaya çıkan bilgi parçalarını yalnız orada ve o anda varolan, orada ‘mevcut’ bulunan bireylerce algılanıp optimal sonuca varılabileceğini düşünür(ancak bu tartışmalıdır).2 Buna karşın merkezi planlama hiçbir zaman mevcut değildir, o(devlet, düzenleyen, yargıya varan) ‘an’da yoktur yalnız düzenler ve şekillendirir. Planlama her zaman bu ‘akış’a bir müdahaledir. Düzenleyen ‘kuramsal bilgi’yi kullanırken, toplum üzerine yargılarda bulunarak normatif bir çaba içerisindeyken, piyasa sisteminin insanları yalnızca onlara verili, o ‘an’da mevcut bilgileri kullanır.
Bu dualite, üstte de belirttiğim gibi yalnız piyasa üzerinde okunmak zorunda değildir. Planlamacı mevcudiyet eksikliğini, belki toplumun kendisine dair özcü bir mevcudiyet anlayışıyla, belki kuramsal bilgiyle, normatif argümanlarlarla doldurur. Esasen bunun yüzünden de her bilginin verili olmasına gerek yoktur. İşte Hayek’e yeni bir perspektiften bakıp bunu mevcudiyet problemi olarak görmek bunun için önemlidir. Ortada belirgin bir fark olduğu bellidir. Hayek’in mevcudiyeti direkt olarak sürecin kendisine ve sürecin kendisinde bulunan aktörlere ve onların zihinlerine atfetmesi ile planlamacıların mevcudiyet problemlerini çözerken toplumu zorunlu olarak statikleştirmesi ve ona biçimlendirici bir akılla, kuramsal bilgiyle yaklaşımı atfetmesi bir çeşit zıtlık oluşturuyor gibi gözükmektedir. Ancak ben bunun biraz basit bir yorum olabileceğini düşünüyorum. Zıtlığı Hayek taraftarlarını fazla kızdırmadan, yine iktisadi dünyaya dönerek şu şekilde birbirine yaklaştırmaktan yanayım. Tıpkı merkezi karar alıcılarının planlamaları temelde her zaman piyasanın akışında o özel ‘an’da yoksun ise Hayek’in mevcut insanları da teker teker akış içerisinde karar alırken kolektif bir toplum olarak optimal sonuç doğurabilecek bilgi konusunda, geçmişin ve geleceğin yorumlanması üzerinde oluşturulan bilgiler üzerinde, mevcudiyet eksikliği yaşıyorlardır. Onlar bir kutu içinde tekeri sürekli döndüren fareler gibi, kendi oyunlarının içine kapanmış şekilde yalnız önüne gelen ve önünden gidene odaklanıyorlardır. Bu giden ve gelen bilgi parçaları her ne kadar gerçekten de yalnız onlar için ve o an mevcut oluyor, yalnız o an kullanılarak bir fayda(nasıl bir fayda?) sağlanıyor olsa da kendi oyunlarının dışarısına kafalarını çıkartamadıklarından, yalnız teker teker kendi oyunlarının içindeyken mevcudiyet problemini çözebilir haldedirler. Bu çeşit bir mevcudiyetin yeterli olduğunu düşünmek, her ne kadar tüm ‘bilgi’lerin ya da ‘veri’lerin planlamacılarda verili olmadığı konusunda haklı gözükse de, duvarlarla örülü bir dünyada yalnız matematiksel oyunlar oynayan insanlar hakkında bilgi verir, toplumun bütün olarak faydası hakkında değil.
Elbette bu bağlamda ‘planlamacı’ her bilgi parçasını bilemez ve her an her yerde varolamaz. Bunun yüzünden de örneğin kapitalizmin toplum üzerindeki etkisi üzerinde onun temel çelişkilerini belirleyerek, onun değişmeyen ve kapitalizmi kapitalizm yapan temel noktalar üzerinden düzenlemeye gider. Kuramsal bilgi kullanır. Yargıya varır, akıl yoluyla görmeye çalışır, kendi kutusunda ve kendine özel bilgisiyle yetinmeden, yorumlamada bulunur, bilgiyi yeniden üretir. Çünkü planlama öyle ya da böyle bir vizyona, muhakemeye ve tasarı geliştirmeye bağlıdır ve tüm bunlar geçmiş ve gelecekle sıkı sıkı bağlanmayı gerektirir. Böylece bir süreç olan kapitalizmi sürekli denetleme ve düzenleme, onu sürekli anlamayı ve onda değişmez olanı kavramayı zorunlu kılar. Bunun yolu ise bireylerin tek tek kolektif tasarılarının, planlarının ve ideallerinin müzakere edilmesi, duyulması ve tekrar tekrar üretilmesi yoluyla olur.
Hayek’in insanı ise toplum hafızasında, kuramsal bilgisinde ve bir bütün olarak toplumun varoluşunda mevcut değildir. Onun mevcudiyeti yalnız içerisinde bulunduğu oyundadır. Kendi kar maksimizasyonunu ve faydasını sağladığı sınırlı alanda, sürekli akışta ve sürekli oynamaktadır. İşte her iki taraf da, her ne kadar iki uç olsalar da, mevcudiyet problemini farklı noktalarda paylaşırlar. Planlama bu mevcudiyet problemini toplum ve ekonomik yaşantı üzerinde kuramsal mevcudiyetler bulmaya çalışarak aşmaya çalışırken, serbest piyasa üzerinde düşünenler ise akışta ve o anda varolan insanlara özel anlık bilginin mevcudiyeti varsayımı üzerinden aşmaya çalışırlar.
Şimdi günümüz toplumuna, birçoklarının adlandırdığı üzere neoliberal topluma geri dönecek olursak söz edilen günümüz toplumunun tasarımının Hayek’in anlatısındaki ön kabullerden hangisini seçtiğini açık bir şekilde görebiliriz. Neoliberal anlatı, hem iktisadi anlamda hem de Hayek’in makalesinde de belirttiği gibi neredeyse tüm sosyal olgu, dil ve kültürel miras açısından bilginin mevcudiyetinin insan için bağlamsal olduğunu kabul eder. Bilgiye dair bu ön kabulün sonuçlarının önce Hayek’in insanı ve toplumu açısından bir incelemesini yapacak, ardından ise toplumun ve insanın, bilgiyle ve piyasayla olan bu ilişkisinin pratik anlamda ne gibi problemlere işaret ettiğini göstermeye çalışacağız.
HAYEK’İN İNSANI
Hayek’in insanı bağlamsal bilgiyle donatılmış bir ‘şimdi’ye sıkışmıştır. Yukarıda bahsettiğim ‘onlar yalnız önüne gelen ve önünden gidene odaklanıyorlardır’ ifadesi bu yargıyla bağlantılıdır. Bilgi yalnız anlarda oluştuğundan ve oluştuğu bağlamda anlam ifade ettiğinden böyle bir insanın başka bir tür bilgiye erişimi anlamsız olacaktır. Hayek’in insanı bağlamsal bilgisinin üretildiği çevresi ve kendi anlık algısı dışında bir şeye ihtiyaç duymaz. Bilginin yalnızca bölük pörçük, bağlamsal halini kabul etmek ve bu yolla bir piyasa toplumu tasarlamak, içinde yaşayan bireyi yalnız bir basit ‘şimdi’ye sıkıştırırken onun politik/kolektif kimliğini ve bu bağlamda tasarılar geliştiren zihnini köreltmek anlamına gelir. Bu köreltme hali direkt olarak Hayek’in makalesinden çıkan sonuçla bağlantılıdır. Hayek’in liberal bir piyasa toplumu tahayyül ederken kullandığı bilgi mevcudiyeti argümanı diğer bilgi mevcudiyeti ve anlayışlarını dışlar. ‘Şimdi’ye sıkışmış insanın düşünme yetisi de ‘şimdi’dedir. Böyle bir durumda toplumsal yeniden üretim biçimleri var(mış) gibi gözükür. Ancak geçmiş ve gelecekle olan ilişkisi zayıflayan insan hiçbir toplumsal yeniden üretim mekanizmasında bireyleşemez, birey-ötesileşemez hale gelir. Böyle bir bireyin hatırlamaya hatta hatırlamayı umursamaya ihtiyacı yoktur. Yine bu yüzden bu türden insanın geçmişle ilişkisi kabuklaşmışken gelecekle ilişkisi ise araçsaldır. Geçmişin bilgisini yeniden özümseyemeyen, gelecekle ise araçsal bir ilişkiye sahip bireylerin oluşturduğu toplumlar ise tek tipleşir. Kültür ve norm gibi kavramlar geçmişle olan doğal, sürekli bir tersine çevirme ve yeniden yaratma ilişkisini içerirken ideoloji ve politik söylev gibi kavramlar gelecekle olan tasarı ilişkisinden bahseder. Hayek’in insanının ‘şimdi’ye sıkışmışlığı toplumları hem geçmişinden hem de geleceğinden kopararak tek tipe sokar.
Bu bağlamda Hayek’in insanları içinde bulunduğu toplumun karakteristiklerinden yalıtılmış haldedirler. Onların davranışları kültür, normlar, ideolojiler ve toplumsal dinamikler tarafından belirlenmez ya da onların davranışları tüm bunların yeniden üretimine olanak sağlamaz. O halde bu ‘piyasa içindeki insan’ modeli, nereye giderseniz gidin, hangi kültürle karıştırırsanız karıştırın, aynı kalacaktır. İnsan ve bu yolla toplum üzerinde takınılan bu evrenselleştirici tutum toplumları tekleştirir. Tek olan her şey ise aslında hiçbir şeyleşir. İşte bilginin mevcudiyetinin yalnız süreçte ve bağlamsal yapıda olduğu üzerinde tasarlanabilecek bir toplumun karakteristik özellikleri bunlardır. Okuyucu ise bu özelliklerin şimdinin neoliberal toplumuyla paralellik gösterdiğini çoktan farketmiş olacaktır.
Bu yüzden de tartışmayı Hayek’in teorik çerçevesinden uzaklaştırıp günümüz toplumuna, neoliberal perspektifin bilgiye bakışının belleğe etkisine, dışladığı bilgi biçimlerine ve bunların toplumu nasıl etkilediğine odaklanacağız. Günümüz toplumunun kökenlerini teorisinin içinde bulunduran Hayek vb.3 neoliberal teorisyenlerin fikirlerinin, dünyaya, topluma ve bilgiye böyle bir perspektifin, gerçekliğin kendisinde ne gibi problemler yarattığını keşfedeceğiz. Bilgiyi bu şekilde gören bir ideolojinin üstünde kurgulanan bir toplumun ve bireyin yalnız metnin içinde, teorik çerçevede, hangi problemlerle karşılaşacağını yukarıda zaten anlattık. Böyle bir bakışın insana ve topluma hangi açılardan yabancı olabileceğinden bahsettik. Ancak bunun gerçeklikle de paralellik gösterdiğini ifade edemediğimiz sürece yaptığımız tek şey yalnızca Hayek’in çalışması üzerinde metin içi spekülasyon yapmak olurdu. Gerçekliğe dönmek için günümüz toplumunun yaşadığı problemlere odaklanmalıyız. Göreceğiz ki bu problemlerin bir çoğu Hayek’in bilgi perspektifi ile kurgulanmış teorik bir toplumda yaşanabilecek problemlerle paralellik gösterecek. Günümüzdeki hakim paradigmayla Hayek’in bilgi anlayışından doğan piyasa temelli toplum anlayışı oldukça paralel olduğundan-hatta bazıları Hayek gibilerin bu toplumun teorik çerçevesini oluşturduğunu söyler- bu anlatı daha kıymetli olacaktır.
Yakın dönem kapitalist toplumunun ve insanının karşı karşıya kaldığı birçok problemin kaynağının, bu yakın dönem kapitalist toplumunun ve insanının teorik çerçevesini oluşturan ve akımın en büyük temsilcilerinden olan Hayek’in bilgi problemine karşı yaklaşımına ve yaptığı varsayımlara bakarak anlaşılabileceğini düşünüyorum. Ve bu bağlamda da yalnız özel olarak Hayek’in değil, oluşturulan piyasa toplumunun bilgiye bakışının oldukça problemli olduğunu savunuyorum. Bu topluma birçokları ‘neoliberal toplum’ adını veriyor.
Şimdi bu problemleri -metin içinde zaten hali hazırda göstermiş olduğumuz- yakın dönem toplumuna ve insanına dönerek görmeye çalışalım. Bunu yaparken Bernard Stiegler’in ana argümanlarından yararlanacağız. Stiegler’den faydalanma nedenimiz onun proleterleşme kuramının ve Husserl’in retensiyon biçimlerini algılama biçiminin, hafızanın dışsallaşması argümanının4, bizi teorik çerçeveden çıkartarak yukarıda bahsettiğimiz paralelliği göstermekte oldukça önemli olmasıdır.
Stiegler’e göre proleterleşme bir bilgi kaybı sürecidir. Bireyin ve buna bağlı olarak da toplumun bilgiyi içselleştirip onu yeniden üretmesinin, bireyleşmesinin önünde proleterleşme bir engel olarak durur. Bilginin dışsallaşması durumu bir farmakon5 olarak görülürse bilginin dışsallaştırılıp yeniden içselleştirilmesinin sağlanabilmesinde koşullarının farklılıkları ilaç ya da zehir olarak karşımıza çıkar. Bilgisini kaybeden birey, onu tekrar süreçte üretemezse yalnız protelerleşmiş bir tüketici haline gelir. İşte Stiegler’in kapitalizmi üç aşamaya bölerek ifade ettiği proleterleşme süreci6 bu anlamda sorunu kavramamızda elzemdir.
Stiegler’in Proloterleşme Fikri
Birinci proleterleşme kapitalizmin ilk aşamasında gerçekleşen makineleşmeyle oluşan, makineye eklemlenmiş halde tanımlanan işçinin yaşadığı beceri bilgisinin (‘know-how’) kaybını ifade eder. Beceri bilgisi bir şeyi yapmayı bilmeyi, yaparkenki süregelen aşamaların birbiriyle bağlantısını görmeyi kapsar. Ancak ilk dönem kapitalizminde makineye eklemlenmiş, yalnızca makineye bir asistan olarak varolan işçi ‘yapma’ bilgisini yitirir. Yapım sürecinde yer alır, ancak yapan ve bu yolla bireyleşen, kendinden bir şeyler katarak üreten, kendisi değildir. Aşamaları anlaması bir zorunluluk halinden çıkmıştır.
İkinci protelerleşme ise kapitalizmin ikinci aşamasıyla, tüketime dayalı yeni bir düzenle, Fordizm ile birlikte açığa çıkar. Bu dönemde bireyler tüketiciye, yaşam içerisinde bireyleştiren davranışları ise tüketici davranışlarına indirgenir. Yaşam bilgisinin kaybıyla tüketici proleterleşir. Yaşam bilgisi, nasıl yaşanacağını, yaşamdan nasıl keyif alınacağını, nasıl varolunabileceğini ve belki de nasıl birey olunacağını bilmeyi kapsar. Bireyler yaşam bilgisinin kaybıyla yaşam içerisinde de kendilerini bireyleştiremez, tüketim toplumunun, kültür endüstrisinin standartizasyonuna boyun eğer bir biçimde tek tipleşirler.7 Kültürün, normların ve ideolojilerin sürekli standartize üretimi, bireylerin bunlar üzerinde bilgi oluşturmasını engeller. Birey bu bağlamda yalnız bir tüketici özneye dönüşür.
‘Kültür endüstrisinin her dışavurumu, kaçınılmaz olarak, insanları bütünün onları dönüştürdügü biçimde yeniden üretir. Üstelik yapımcılardan kadın derneklerine, kültür endüstrisinin tüm failleri, yalnızca yeniden üretilen zihnin genişletilmemesi için tetikte beklerler.’8
Üçüncü proleterleşme ise dijitalleşme ve algoritmalaşma ile birlikte kapitalizmin yeni biçiminde insanın ‘kuramsal bilgi’ kaybı yaşamasını ifade eder. Dijitalleşme ile birlikte algoritmaların ‘karar alıcı’ haline gelmesi,9 bireylerin düşünme, kritik etme ve müzakere yeteneklerini kaybederek kuramsal bilgi kaybına uğramalarına neden olur. Bireylerin ve toplumların düşünme, yorumlama ve müzakere yetenekleri onların belleklerine özgü bir süreçken algoritmalar bu süreci büyük veri havuzlarının korelasyon mantığıyla dondurur ve sürecin yerine geçer. Anlam yaratma, geleceğe dair tasarılar ve hafıza, tek kullanımlık bilgiler çağında bireylere yabancılaşır ve böylece kuramsal bilgi kaybını hızlandırır. Tek kullanımlık bilgi üzerine düşündüğümüzde, bunu o bilginin ‘hızı’ ile birlikte düşünebiliriz. Dijital dünyada bilginin hızı ve ‘anda’lığı onun üzerinde yapılan yargıların yüzeysel niteliğiyle paraleldir. Böyle bir bilgi hafızanın konusu olamaz. O halde düşünülemez ve yeniden üretilemez, üzerinde yorum yapılamaz ve müzakere edilemeyecek kadar hızlı ve/veya yüzeysel niteliktedir. Böylece dijital enformasyon teknolojileri, insanları bir çeşit ‘şimdi’ye sabitler. 10 Çünkü ‘an’daki hızlı bir şekilde gelip geçen bu bilgiler belleğin nesnesi olamaz. Üzerinde duran yargılar ise yalnız tepkisel niteliktedir. Belleğin nesnesi olmayan bilgi ise yeniden üretilemez. Böylece örneğin teknikte dışsallaşmış toplumsal belleğin konuları, kültür, ideolojiler ve normlar, yeniden üretilebilecek kadar anlamlı şekillerde bireylerin ve toplumların önüne tekrar gelmez. Yalnız bir ‘an’da, dikkatinizi ve yargınızı ona vereceğiniz bir anda varolur, müzakere ve yorumlama ve yeniden inşaa11 mekanizmaları ise süreçten dışlanır.
Üzerinde bir tasarım veya gerçek bir yargı sabitlenecek ve yeniden üretilebilecek kadar hafızanın konusu olamayan bu bilginin kapsamı ise oldukça geniştir. Bu hızlı, anlık bilgi, yaşam bilgisine dair olabilir, kültüre, bir fikre, bir norma dair varolabilir. Ancak tüm bunların üzerinde belleğin unutup yeniden hatırlamasıyla yaşanan, bilginin yeniden üretimi ve yaratıcı eylemi oluşmaz. İşte artık kültürün, tarihin, toplumun bilgisinin biçimi, dijitalleşmeyle birlikte bu anlık bilgi biçimine dönüşmüştür. Bunun insan üzerindeki etkisi ise ‘şimdi’ye sabitlenme şeklinde gerçekleşecektir. Geçmiş dışsallaşmıştır ve bilgi üzerinde gelecek tasarımları kurabilecek kadar nitelikte bilgiyi zihnimiz işlemiyordur, böylece elimizde yalnızca bir ‘şimdi’ kalacaktır.
Kuramsal bilginin kaybı toplum tasarısına yönelen bilgiyi, buna dair eleştirel düşünmeyi dışlar. Tek kullanımlık bu bilgilerin yerine anlamlı ve yeniden üretilebilir bilgi konulmasını, belleğin yeniden üretilebilmesini engeller. Toplumsal bellek yeniden üretilemez, çünkü ‘şimdi’ye sabitlenmiş bireyler geçmişin bilgisini de yine üçüncül anlık anımsamadan, dışsallaşmış toplumsal hafızanın dijitalleşmenin hızıyla tekrar tekrar dikkat odağına getirilmesiyle ‘anlık’ olarak deneyimleyecektir. Yani toplumsal bellek, bireyötesileşmeyi sağlayan bilgiler, tekniğin içinde tamamiyle dışsallaşmıştır.
Husserl’in Anlık Anımsama Ayrımları ve Stiegler
Birincil anlık anımsama için şöyle söyleyebiliriz, böyle bir anımsama algının kendisine ait olan algıdır. Anlık ve kısa sürelidir. Ancak yalnız o ‘an’da değildir. Bir şeyi o anda anımsarken onun geçmiş izlerine bağlı olarak anımsarız. Bu ‘hatırlama’ ile aynı şey değildir ve algının bir işlevi olarak karşımıza çıkar. Notalar halihazırda birbirinin ardından gelir, şimdi gelen notayı anlamlandırmak için bir önceki notayı ‘hatırlama’ya değil, ‘algılamaya’ ihtiyaç vardır. Burada melodi örneği oldukça yardımcı olur.12 Bir melodiyi dinlerken oldukça anlık ve kısa süreli de olsa, halihazırda çalan nota geçmişte çalmış notalarla anlamlı olur. Eğer her notayı birbirinden bağımsız duysaydık, bir melodi algımız oluşmazdı.
İkincil anlık anımsama ise geçmişteki algılanan şeyin tekrar hatırlanması olarak tanımlanabilir. Tekrar melodi örneğinden gidecek olursak ikincil anlık anımsama geçen günlerde dinlediğimiz bir melodinin tekrar ‘hatırlanması’ ile alakalıdır. Geçmişte algıladığımız şeyi hatırlayışımız tamamen gerçekleşmez, algıladığımız o şeyi tamamıyla hatırlayamayız. Bu hatırlama durumu Husserl için hayal gücüne bağlantılıyken, birinci anlık anımsama ise algıyla bağlantılıdır. Ancak Stiegler bu iki durumun birbirinin karşısında bulunmasına karşı çıkar. Teknoloji ile birlikte (yazı, sinema, müzik kaydı vb.) tekrar tekrar oynatılabilen, sürekli tekrara bindirilebilen deneyimler ortaya çıkmıştır ve bu birincil anlık anımsama durumunu değiştirir. Birincil anlık anımsama, ikincil anlık anımsama ve üçüncül anlık anımsama tarafından şekillendirilir. Bu bağlamda Stiegler’in ortaya attığı fikir üçüncül anlık anımsamadır. Üçüncül anlık anımsama birinci anlık anımsamanın ortaya çıkardığı ikincil anlık anımsamaların hatırlama amacıyla dışsallaştırılmasıdır.13 Üçüncül bellek biçimleri (yazı, resim, sinema, müzik kaydı vb.) bizim birincil anlık anımsamalarımıza ve ikincil anlık anımsamalarımıza şekil verir. Tekrar deneyimlediğimizde deneyimimizi, deneyimi tekrar hatırladığımızda ise neyi hatırlayacağımızı biçimlendirir. Üçüncül bellek böylece geçmişimizi, o anki algımızı kavrayış biçimlerimizi değiştirir.
Şimdi tüm bunları özetleyelim ve çıkardığımız sonuçları yazalım.
- Günümüz insanı tıpkı Hayek’in insanına benzer olarak, bir çeşit ‘şimdi’ye hapsedilmiştir. Bu hapsedilmiş insan, birey-ötesileşemez, toplumsalın ve siyasalın üretimine katılamaz.
- Günümüz insanı tıpkı Hayek’in insanı gibi birincil anlık anımsamayı yaşar. Belleği de böylelikle parça parçadır. İkincil anlık anımsama ise tamamen teknik nesnede dışsallaştırılmış hafızaya, üçüncül anlık anımsamaya bağımlı haldedir. Paralel olarak Hayek’in insanında ikincil anlık anımsama dışlanır(çünkü her birisi ‘unique’ yani o ana özel bilgilerle eyleme geçerler, ‘tüm oyunlar birbirinden farklıdır’) Eğer o ‘unique’ bilgilerle değil de, hatırlamayı da kapsayan bir bilgi üretimi yoluyla eyleme geçselerdi, Hayek’in bağlamsal bilgi teorisi anlamsızlaşırdı. İkincil anlık anımsama bir bilgi üretim biçimidir. Unutulanın hatırlanması, bu sürecin sürekli tekrarı ve unutulanın başka bir şekilde yerine konmasıdır.
- İşte bir diğer durum da Hayek’in insanının o bağlamsal bilgiyle olan – her ne kadar Hayek bunun özgürleştirici olduğunu savunsa da- köleleştirici ilişkisidir. Hayek’in toplumunda, insanının geçmişle kurduğu ilişkiyle hatırlama yolundan bilgi üretmesini, gelecekle kurduğu ilişkiyle ise kuramsal/yeniden üreten bir perspektif kazanmasını engeller. Hayek’in insanı geçmişsiz ve geleceksizdir. Böylece Hayek’in insanı kendi belleğinin ve bilgisinin efendisi değil, üçüncül belleğin ve bağlamsal bilgisinin kölesidir.
- Eğer Hayek’in insanında ikincil anlık anımsama dışlanmamış olsaydı, bilginin yalnız bağlamsal yapıda olduğunu reddetmiş olurduk. Hayek’in insanının hatırlamaya ihtiyacı yoktur. Hayek bilginin yalnız birincil yollarla elde edinildiğini düşündüğünden, doğrudan belleği de birincil anlık anımsamaya ve böylece onu da üçüncül hafızanın tahakkümüne bağlamak zorundadır. Böyle bir belleğin üçüncül anlık anımsama tarafından şekillendirilmesi ve kullanılması ise kaçınılmazdır. Bugün yaşadığımız da bundan farklı bir şey değildir.
- Günümüz insanını ‘şimdi’ye hapseden neoliberal ideoloji, tıpkı Hayek’in insanında olduğu gibi, onun kuramsal bilgiyi unutmasını(daha da kötüsü unutmayı umursamamasını) ve buna bağlı olarak da bu türden bilgi geliştirememesine neden olur. Böylece proleterleşmenin geldiği yer burasıdır. Bu unutma, eleştirel düşüncenin sonunu getirir. Yine bağlı olarak bu bilgi kaybı, üçüncül anlık anımsamadan miras kalan kavramsal dünyanın ters çevirilmesinin, tekrar tekrar anlaşılmasının yolunu tıkar.
- Artık günümüzde hatırlamanın bir anlamı yoktur. Hatırlamak umursanmaz, önemsizleşmiştir. Teknolojik hatırlama teknikleri kolektif belleği dışsallaştırmıştır. Dışsallaşan bu bellekteki organize bilgiler sürekli olarak karşımıza ‘tek kullanımlık’ olarak çıkarılmaktadır. Böyle bilgilerle ilişki ise yapıları nedeniyle yine hızlı ve ‘tek kullanımlık’ olmaktadır. Bir bilgi özümsenmeden, anlaşılmadan, hatırlamanın konusu olamadan bir yenisi(çelişiği, yüzeyseli vb) ona eklenir. Bilgi artık yalnız tüketilebilir bir şeye dönüşmüştür. Böylece unutmaktan – ve elbette hatırlamayı istemekten- kaynaklanan yaratıcı ve üretici kapasite giderek yok olur. Bilgiler tekrar tekrar karşımıza çıkarken onu tekrar tekrar içselleştirip tekrar dışsallaştırma konusunda dijital dünyanın bizden talep ettiği hıza yetişemeyiz. Böylece ‘bilgi’ gerçekten de Hayek’in neoliberal toplum tasarısındaki gibi, bağımsız, bağlamsal, parça parça ve anlık hale gelir.
- Üçüncül anlık anımsama/bellek dışardadır. Yalnız bağlamsal, ‘anlık’ ve ‘unique’ bilgiye sahip olan ve buna bağlı olarak hareket eden insan, yalnız birincil anlık anımsama üzerindedir. Onun için ikincil anlık anımsamanın bir değeri yoktur. Kuramsal bilgi giderek yitirilmektedir. Hayale dayalı bir anımsama giderek gerekliliğini kaybeder.
- Bu süreçlerin bir birleşimi olarak yalnız birincil anlık anımsama üzerinde kontrol sahibi ve üçüncül anlık anımsamanın tahakkümü altında olan insanın toplumsal belleği tamamen dışsallaşan bellek tarafından yönetilir hale gelir. Kuramsal bilgiyi de unutmuş olan bu insanın dışsallaşmayı tersine çevirebilmesi, belleği yeniden üretebilmesi güçleşir. Böylece gerçekten de, kuramı tersine çevirirsek, bireyleşmeden, birey-ötesileşmeden, kavramsal bilgiden, tarihsellikten kopan insanın elinde ‘şimdi’den başka bir şey kalmaz.
SONUÇ
Hayek neoliberalizm ideolojisinin kurucu babalarından birisidir. Neoliberal felsefenin kökenlerinin Hayek’in metinlerinde bulunduğunu ifade eden David Harvey,14 Hayek’in böyle bir toplum inşaası için ‘en az bir nesil’ süreceğini tahmin ettiğini de ifade etmektedir. Nitekim Bilginin Toplumda Kullanımı makalesi de 1945 yılında hazırlanmıştır.
Bugünün toplumu işte bu neoliberal dünya düzeni içerisinde filizlenmiştir. Böylece Hayek gibi neoliberal düşünürlerin fikirlerini anlamak ve onları bugünün toplumuyla mukayese etmek bana göre anlamlı bir uğraştır. Hayek’in bilgi perspektifiyle kurguladığı birey ve toplum tasarısı bugün biçimi farklı olsa da aynı kodlarla ve sebep olduğu sonuçlarla karşımızda duruyor. Çünkü bu toplumun ideolojik temellerini, Hayek ve diğer neoliberal düşünürler attı.
Yukarıda gördüğümüz paralellikler ve örüntü tesadüfi değil, dünyaya, topluma, bireye ve bilgiye bakışın bir ürünüdür. İşte bu ürün de gün geçtikçe kendi yapısı gereği, kontrolden daha da çıkmaktadır. Burada dijital teknolojiler üzerinde neoliberalizm-dijital teknolojilerin gelişimi ekseninde tavuk-yumurta tartışmasına girmenin bir anlamı yoktur. Söylenecek söz, öyle ya da böyle gelişmesi beklenen dijital teknolojilerin, medya tekniklerinin neoliberalizmle birlikte toplum ve birey için çoğunlukla yalnız ‘zehir’ olarak kalıcılaşmasıdır. Teknik farmakon yapıdadır, onun hem yapıcı(ilaç) hem yıkıcı(zehir) yönleri vardır. Ancak burada sorun tekniğin kendisinde değil, onu nasıl biçimlendirdiğimizdedir. Neoliberal ideolojinin altında gelişen bilgi teknolojileri böylece elbette bu ideolojinin bilgi argümanı üzerinde biçimlenir. Neoliberal ideoloji altında şekillenen dijital teknolojilerin bu anlamda bireyleri ve toplumları, Hayek’in insanına ve toplumuna benzetmesi şaşırtıcı değildir. Tıpkı Hayek’in insanını ve toplumunu metin içi incelemeye tabii tuttuğumuzda ortaya çıkan ‘şimdi’leşme ve kuramsal bilgi kaybı problemleri, günümüzde dijital teknolojilerle birlikte giderek artmaktadır. Dijital teknolojilerin, biçimlendirmemize ve onun üstünde şekillendiği ideolojiye bağlı olarak, toplumsal bilginin yeniden üretimine katkı verip vermediği değişecektir.
Normlar, kültürler ve ideolojiler ve çeşitli toplumsal yapılar yalnız akıl ve müzakere yoluyla yeniden üretildikleri sürece, bireyi ve birey-ötesiyi yeniden üretirler ve topluma yeni bir şey katabilirler. Bu yeniden üretimin sağlanabilmesi için ise bilgi problemine yeni bir bakışa, neoliberal ideolojiden başka bir perspektife, ihtiyaç vardır. Yeniden üretim ‘unutma’ ve hatırlamayı umursama ile gerçekleşebilir. Neoliberal düzenin tahayyül ettiği ‘şimdi’de hapsolmuş, toplumsal belleğini tekrar üretmekten uzak ve nedeni olarak da kuramsal bilgisini yitirmiş insanı, toplumu yeniden üretemez. Yalnızca aynı şeyler, teknolojinin unutturmamayı sağlaması nedeniyle sürekli tekrar tekrar döner. Tekrar tekrar aynı biçimleri ve aynı kavramlarıyla geri dönen norm, kültür ve ideolojiler vb. bir toplum için yalnız ayak bağıdır. Bahsettiğim bu yapının dinamikleri içerisinde toplum müzakere ve yorumlama yoluyla yeniden üretiliyor gibi gözükse de bu üretimin kaynağının(yani bilginin) yapısı neoliberal düzenin tasarladığı bilgi yapısıdır. Yukarıda bahsettiğim yapıya sahip bilgi biçimleriyle yeniden üretilen toplumsal yapılar, esasen anlamını yitirmiş, yalnız tüketilebilir biçime indirgenmiş bilgilerle üretilirler, bağlı olarak ürettikleri şeyin de niteliği aynıdır. Böylece yeniden üretiliyormuş gibi gözüken toplumsal yapıların gerçek bir yeniden üretim olup olmadığı, topluma yeni bir bilgi kazandırıp kazandırmadığı sorgulanmalıdır.
Sorgulamaya şöyle başlayıp, makaleyi bitirelim:
-İnsan toplumsal yapıyı elindeki(belleğindeki) bilgilerle yeniden üretir. O halde bu bilgilerin yapısı bu yeniden üretimin mahiyeti için oldukça önemlidir. Tarih boyu proleterleşmemizin sonuçları, bunun neoliberal ideolojinin kurucularının bilgi varsayımlarıyla olan ilişkileri ve şimdi ulaşabildiğimiz bilgilerin yapıları sorgulanmalıdır. Ayrıca sürekli büyük bir hızda yeniden ve yeniden ‘üretilen’(esasen kabuklaştırılan) toplumsal yapıların gerçekten toplumun içkinliğinden mi geldiği yoksa zorla ‘şimdi’ye sıkıştırılmış bir insan toplumu tasarısının ürünü mü olduğu sorgulanmalıdır. Ayrıca aşağıda belirttiğim yargılar da sorguya açıktır.
– Ben Stiegler’in kavramsallaştırmasının yalnız teknoloji-insan ekseninde değil, bir bütün olarak neoliberal insan ve bilgi tasarısına uygulanabileceğini düşünüyorum. Daha doğru bir ifadeyle şimdinin tekniğinin farmakon dinamiğinde durduğu noktanın toplum için yıkıcı(zehir) noktası olduğunu kabul edersek, bunun nedeninin içinde bulunduğu iktisadi ve toplumsal düzlem olduğunu söylüyorum. Bu düzleme genel olarak neoliberalizm ismini veriyoruz.
Dijitalleşmiş toplumda son formlarından birine ulaşmış bu bilgi kaybı ve insanın şimdiliği durumu belirli bir toplum ve insan tasarısının ekonomik, politik ve kültürel alanlara uygulanmasının bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.
DİPNOTLAR
- Hayek, F. A. (1945). The use of knowledge in society. The American Economic Review, 35(4), 519-530.
- Özel, H. (2009). İktisadi analiz tarihine nasıl yaklaşmak gerekir? (II). H.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 27(1), 45-72.
- Harvey, D. (2005). A brief history of neoliberalism. Oxford University Press.
- Stiegler B.(2012). Politik ekonominin yeni bir eleştirisi için (Çev. Elyase Koytak). MonoKL Yayınları. s.49
- Stiegler B.(2012). Politik ekonominin yeni bir eleştirisi için (Çev. Elyase Koytak). MonoKL Yayınları. s.57
- Şan, E. (2024). Teknoloji felsefesi problemleri: Yazı, bellek, dikkat. Akademik Yayınları.
- Dillet, B 2017, ‘Proletarianization, Deproletarianization, and the Rise of the Amateur’, boundary 2: an international journal of literature and culture, vol. 44, no. 1, pp. 79-105.
- Adorno, T. W. (2007). Kültür endüstrisi: Kültür yönetimi (N. Ülner, A. Doğukan & M. Tüzel, Çev.). İletişim Yayınları.
- Rouvroy, A & Stiegler, B 2016, ‘The digital regime of truth: from the algorithmic governmentality to a new rule of law’, La Deleuziana, no. 3, pp. 6-29.
- Şan, E. (2024). Teknoloji felsefesi problemleri: Yazı, bellek, dikkat. Akademik Yayınları. s.36
- Özel, H. (2019). The road to serfdom against The great transformation: A comparison with reference to unintended consequences. Yıldız Social Science Review, 5(2).
- Roberts, B. L. (2006). Cinema as mnemotechnics: Bernard Stiegler and the “industrialization of memory.” Angelaki: The Journal of Theoretical Humanities, 11(2), 105-120.
- Şan, E. (2022). Bernard Stiegler’in teknoloji felsefesi problemleri: Algoritmik yönetimsellik ve bilişsel proleterleşme. ViraVerita E-Dergi: Disiplinlerarası Karşılaşmalar / Sayı 15, ss.105-135.
- Harvey, D. (2005). A brief history of neoliberalism. Oxford University Press.