Ahlakın ne olduğunu anlamak için önce onu ilişkili diğer kavramlardan ayırmak gerekiyor. Bu kavramlardan bir tanesi ilişki. İlişki, iki farklı organizmanın birbirini algılama ve buna uygun davranma becerisidir. İlişkilenme, tek hücrelilerden itibaren canlılığa içkindir, zira çevrenin farkındalığı ile evrimsel başarı arasında bir doğru orantı vardır. Çevrenin farkındalığı mekânsal bir idraki vurgular ve organizma, mekânın içindeki diğer organizmalardan bihaberse evrime yenik düşecektir. Bununla ilgili en ikna edici çalışma, Escherichia coli bakterisi üzerine yapılan çalışmadır. Taş-kâğıt-makas oyununu andıran özelliklere sahip üç aynı tür bakterinin beraber yaşamak için nüfuslarını kontrol edebildikleri ispatlanmıştır (Kerr vd., 2002; Nahum vd., 2011). Bu temel ilişkiye bir örnektir; organizmalar çevrelerine ve çevrelerindekilere göre kendi eylemlerini yeniden düzenlerler. Organizmalara arası iletişim, ahlakın anlam temelindeki başlangıç noktasıdır; zira ahlak ancak bir grup içinde anlam ifade eder, yalnızın ahlaka ihtiyacı yoktur. Günlük hayatta insanların birbirleriyle olan ilişkilerindeki özen, ahlakın bir gerekliliği olarak yorumlanır; ancak ahlak bu özene indirgenemez. Örnekte de görüldüğü üzere canlılar, algıları kadar iletişim halindedir ve kendilerini kurtarmak için diğerinin de yaşamasına izin vermeyi doğal bir strateji olarak benimserler.
İkinci ayrılması gereken kavram adalet. Adaleti fiildeki özgür uzlaşma olarak tanımlıyorum. Yani, A işini yaparsam B isterim. A yaptım, B aldım. Eylemi gerçekleştirerek harcadığım enerji karşılığında istediğimi aldım, o halde bu takas adildir. Mübadelede taraflardan biri zayıf olduğunda buna yine adil diyebilir miyiz? Eğer zayıf taraf, önerilen sözleşmeyi kabul etmeye zorlanmıyorsa veya zayıf tarafın sadece hayatta kalmak ve üremek için yeterli alternatifi varsa, evet adildir. 100 birim malım var ve bunu 110 birim yapmak için yardımcı arıyorum. Bir kişi, alacağım fazladan 10 birimin 3’ünü almaya razıysa, kalan yedi birimin bana ulaşacak olmasından rahatsızlık duymaz. Mübadele içerisindeki tam olarak bu nokta, liberal mantık ile Marksist mantık arasındaki farkı belirler; ancak bu yaklaşımın detayları şimdilik bu yazının konusu değil.
Adaletin sadece insanlara özgü bir kavram olduğunu düşünürsek yanılırız. Adaletin nüveleri köpeklerde (Range vd., 2009) ve şaşırtıcı derecede anlamlı örnekleri kapuçin maymunlarında (Wynne, 2004), makaklarda (Massen vd., 2012), şempanzelerde (Brosnan vd., 2010) hatta karga ve kuzgunlarda dahi görülüyor (Wascher & Bugnyar, 2013). Bu örneklerde test son derece basit bir şekilde gerçekleştiriliyor: A işini yaparsan B miktar ödül alırsın. A işini yaptıktan sonra organizmaya B miktar ödül verildiğinde sorun yok. Bir diğer organizma ile birlikte iş yaptıktan sonra kendisine verilen B’den az ödülü ve diğer organizmaya verilen B’den fazla ödülü gördüğü zaman, bu organizmalar görevi yapmayı ya bırakıyor ya da savsaklamaya başlıyor. Bu çalışmalar benim için adaletin, sosyal organizmanın doğasında olduğu sonucuna çıkıyor; zira toplanmak her zaman bir başlangıç noktası ister ve bu başlangıç noktasını, güvenlik olduğu kadar fayda da sağlar. Siyaset bilimindeki temel korku politikası ve umut politikası arasındaki fark da burada yatar; ancak bu da şimdilik bu yazının odağı dışında. Şimdilik bilmemiz gereken şey, adaletin iletişim kadar olmasa dahi sosyal canlıların pek çoğunda görüldüğü ve ahlak kavramının temellerinden biri olduğudur. Ancak yine de sadece adil olmak, ahlaklı olmak anlamına gelmez.
Ayrılması gereken üçüncü kavram iş birliği. İş birliği, hemen her çok hücreli canlıda görülebilir. İş birliği için birkaç temel gereklilik vardır. Birincisi türün sosyal olması, ikincisi organizmaların birbirlerini tanıyabilmesi üçüncüsü ise organizmaların iş birliğinde hile yapanları cezalandıracak kadar onlara yakın olmaları, yani sık görüşmek zorunda olmaları. Bu şartlar sağlandığında türlerde iş birliği kolaylıkla görülebilir. Örneğin birlikte yüzen balıklar, V şeklinde uçan kuşlar ve cinsiyet rollerini sırasıyla deneyimleyen balıklar (Fischer, 1980; Milinski, 1987).
İş birliğini biraz daha iyi anlamak gerekiyor bu noktada. İş birliği ile ilgili iki temel sorun var: Birincisi, iş birliği nasıl başladı; ikincisi ise iş birliğini bozacak hileli davranışlar karşısında iş birliği nasıl hayatta kaldı? Birinci sorunun iki yanıtı var: Birincisi, rastgele olsa dahi iş birliği stratejileri izleyenlerin kendi gruplarını domine edebiliyor olmaları(Sapolsky, 2021). Bu halde, iki adet işbirliği stratejisi izleyen organizma iş birliğini başlatmak ve sürdürmek için yeterlidir. İkinci yanıt ise daha basit. Bir doğa olayı neticesinde organizmanın bir grubu bir yerde sıkışır. Kendi aralarında akraba seçilimi sayesinde iş birliği başlar ve bu sonraki kuşaklara aktarılır. Bu grup daha sonra ana grupları ile tekrar buluştuklarında grubu domine eder ve çoğalarak mecburiyetten kazandıkları iş birliği yeteneğini kural haline getirirler.İkinci sorunun yanıtına gelirsek buna ceza diyeceğiz. Yani iş birliği yapan iki taraftan biri hile yaptığında bunun cezalandırılacağını bilirse daha az hile yapacaktır; zira gruptan dışlanmak, sosyal canlılarda ölümle eş anlamlıdır.
O halde giriş kısmını hızlıca toparlayalım. Organizmalar, doğal olarak karşılıklı ilişkilere girerler, adalet ararlar ve iş birliği yaparlar. Bu beceriler, ahlak kavramının temelinde yer alır; ancak bir araya gelmeleri, ahlakı doğal olarak ortaya çıkarmaz. Ahlak, sadece insana özgü bir fenomendir ve kültürden doğrudan etkilenir. Bu bölümün geri kalanında, insana özel ahlakın evrimini Michael Tomasello’yu baz alarak temellendirecek ve yeni bir hipotez taslağı önererek Tomasello’nun tablosunu düzeltmeye çalışacağız.
Tomasello’nun Ahlak Teorisi
Tomasello’nun kendisine geçmeden önce kitabında eleştirdiği üç tip ahlak kuramına bir göz atalım.
Tomasello’ya şöyle bir giriş yapar: “İnsan ahlakının evrimiyle ilgili çağdaş teoriler, şu çok geniş üç kategoriden birine girer: a) evrimsel etik; b) ahlak psikolojisi; c) gen ve kültürün birlikte evrimi.” (Tomasello, 2017, s. 167). Tomasello’ya göre, bu üç teori de kendi teorisinin bir bütünlük içinde açıklayabildiği her şeyi açıklayamaz. Tomasello’nun bu diğer üç teoriye eleştirisine kısaca değinelim.
Evrimsel etik, organizmaların karşılıklı çalıştıkça güçlerinin arttığını ve karşılıklılık süresince bedavacıları dışlamak için kurulan koalisyonlar aracılığıyla ahlakın geliştiğini savunur. Ancak Tomasello, bu yaklaşımı, karşılıklılığın gücünün insan ahlakına kadar uzanan süreci üretmeye yetmeyeceğini, karşılıklı bağımlılığın ancak bunu yapabileceğini, insan ahlakı denen sürecin evriminin çevresel baskılar sebebiyle insanlar birbirine “mecbur” olmadan gerçekleşemeyeceği düşüncesindedir. Eleştirisini şöyle toparlar: “Evrimsel etikle ilgili açıklamaların en büyük eksiği, insan ahlakının ‘biz’ ve kendi-öteki denkliği duygularına ne kadar bağlı olduğunu yeterince değerlendirememeleridir; zira bireyler, psikoloji düzeyinde işbirliği güdüleri ve tutumlarıyla sosyal etkileşime giderler.” (Tomasello, 2017, s. 169). Yani insanlar, az sonra detaylarıyla anlatacağımız şekilde, kendi-öteki denkliğine ve “biz” anlayışına adım adım karşılıklı dayanışarak geçmiş olamazlar; buna zorlanmış olmalılar. Mecburiyet olmadan bir ahlakın içinden evrileceği kadar uzun süreler iş birliği yapılamaz; zira Nietzsche’nin de vurguladığı gibi, “Yaşam özünde, yani temel işlevlerinde yaralayıcı, hırpalayıcı, sömürücü, yok edici”dir (Nietzsche, 2011, s. 72) ve iş birliği, bir canlı türünün doğasına işleyecekse bunu ancak çok uzun mecburi iş birliğinden sonra gerçekleştirebilir.
Ahlak psikolojisi, ahlak kavramının psikolojik tarafına odaklanırken ana vurguyu beynin sezgisel tepkilerine yapar. Ahlak psikolojisi, temel olarak insanın ahlaki kararlarını sezgisel olarak aldıktan sonra beyninde rasyonelleştirdiğini, yani aslında insanların sezgisel grup yanlılığının normlaşması haline ahlak dediklerini iddia eder (Haidt, 2012; Greene, 2013). Tomasello’nun eleştirisi ise, insanların rasyonel anlama yetilerine ve bu rasyonellik doğrultusunda hareket etme hallerine gereken değerin verilmediğidir. Ona göre, insanların ahlaki pozisyonlarında sezgisel durum değerlidir; ancak bu durum, rasyonel hareket ve karar kabiliyetlerini tamamen kısıtlamaz. Elbette sosyal grup içerisinde ait olmak ve grubun faydalarından yararlanmak istemek normaldir; ancak bu şekilde düşünmek, insanların kendi gruplarına asla karşı koymayacakları sonucunu doğurur ki, gerçek hayatta kendi grubuyla çatışan, karşı gruplara geçen, rakipler için ajanlık yapan pek çok örnek bulmak mümkündür. Eleştiri de tam olarak buradan; insanın ahlaki kararlarını verirken rasyonel davrandığının görülüyor olmasından gelir.
Gen ve kültürün birlikte evrimine gelirsek, Tomasello, insanların gruplara ayrıldıkça ayrı grupların normları altında doğup büyüyüp gelişerek farklı kültürel kalıplara sahip olunabileceğini kabul eder. Ancak onun itirazı, insanların bu gruplaşarak ayrılmaları sürecinin çok yeni olduğu ve bu sürecin, öncesi değerlendirilmeden anlaşılamayacağıdır. Yani insanlar, son yirmi-otuz bin yıldır gruplara ayrılmış durumdadırlar ve ayrılmalarına rağmen tüm kültürlerde görülen evrensel ahlak standartları vardır. Bu da bize, ahlakın kültürlerin evriminden çok önce ortaya çıkmaya başladığını; kültürün ahlakın son aşamalarından biri olduğunu gösterir.
Literatürdeki en geniş ahlak teorilerini ve bunların eleştirilerini gördükten sonra, Tomasello’nun kapsamlı karşılıklı bağımlılık hipotezine geri dönelim.
Karşılıklı Bağımlılık Hipotezi
Karşılıklı bağımlılık hipotezi, duygudaşlık ahlakı ile başlar. Duygudaşlık ahlakı, temeli akraba seçilimine dayanan ve ebeveynlerin çocuklarına karşı olan ilgilerini açıklayan en temel ahlak tipidir. Evladınızı sevmenizi sağlayan tüm genetik ve hormonal faktörlerin hepsi, duygudaşlık ahlakını inşa eder. Ahlakın hikayesi, tam olarak bu noktada gördüğümüz ve büyük maymunlarda da sıklıkla rapor edilen bir değişimle başlar. Aynı ortamda bulunan primatlar, akrabalarıyla kurdukları olumlu sosyal ilişkileri, akraba olmayanlarla da kurmaya başlarlar; yani arkadaşlar edinirler (Seyfarth & Cheney, 2012). Tomasello’ya göre, ahlakın başlangıç noktası işte bu, akraba olmayanlarla geliştirilen olumlu sosyal ilişkilerdir.
Bu sosyal ilişkilerin bugün bildiğimiz ahlaka evrimleşmesi elbette kendiliğinden olmamıştır. Ekolojik faktörler, hayatı sapiensler için zorlaştırdıkça, sapiensler için iş birliği bir tercihten çok mecburiyete dönüşmüştür. Zorlaşan şartlar, sürekli ve güvenilir bir şekilde iş birliği yapmayanları hızlıca eleyerek, birbirine dayanan sapienslerin soylarını devam ettirmesini sağlamıştır. İş birliği yapanlar arasında ise yeni bir psikolojik kavram ortaya çıkmıştır: “biz.”
İş birliğinin mecburi olduğu ve iş birliği yapamayanların elendiği bir ortamda iş birliği kavramı da gelişmek zorundadır. Ortak iş yapacak olanların bu ortak eylemi sürdürebilmeleri için ortak bir zemine, birbirlerini tanımaya ve birbirlerinin yeteneklerine göre görev dağıtımına ihtiyaçları olmuştur (Tomasello, 2014; Bratman, 2014). Bu ihtiyaçlar başarılı şekilde karşılandıkça, bu ihtiyaçlara doğru yanıt üretebilenlerin genleri yayılarak zaman içerisinde sürekli gelişmiştir.
Artık iş birliği yapan taraflar, birbirlerinin niyetlerini anlayabiliyor, rolleri paylaşabiliyor, ortak planlama yapabiliyorlar. Sıçrama ise, bu becerilere sahip olan sapienslerin zaman içerisinde birbirlerine karşı olan tutumları ve ortak olduklarında kendilerinden farklı bir şey olarak “biz”in bir parçası olduklarının idrakidir. Tomasello’nun teorisindeki can alıcı noktalardan birisi burasıdır. Sapiens artık faydanın, karşısındakinin kişisel eylemlerinden değil, karşısındakiyle oluşturdukları “biz”in eylemlerinden geldiğini bilmektedir. Bu haliyle de daha çok fayda için “biz”e çalışmaktadır. Kendini “biz” için ikinci plana atması, doğal olarak iş birliği yaptığı kişiden de bu tavrı beklemesine sebebiyet vermektedir. “Ben, bize uygun davranacağım; sen de davran yoksa başka biriyle yeni bir biz kurarım.” Cümlesi bu dönemin esas mantığını özetlemektedir. Bu zeminde de iş birliğine uygun olmayanlar, yani yeteneksizler, hilebazlar ve benciller elenirler. Kalanlar arasında ise rol dağılımları ortaya çıkmaya başlar. “Ben ceylanları kovalayacağım, şu noktaya gelindiği zaman sen de çıkıp avla!” Taraflar, buradaki rollerin ne olduğunu ve nasıl uygulanacağını zamanla öğreniyorlar ve bu doğrudan faydayı artırıyor. Büyük değişiklik ise, bu rollerin iş birliği yapan tüm taraflarca biliniyor ve değiştirilebiliyor olmasıdır. “Dün ben kovalamıştım, sen avlamıştın; bugün benim bacaklarım ağrıyor, sen kovala ben avlayayım.” Bu rollerin ne yapacaklarının belli oluşu ve ortak çalışma olmadan kimsenin bir şey alamayacak olması, “biz” içindeki rollerin sapiens tarihinin ilk normatif kuralları olarak ortaya çıkış anını temsil etmektedir.
Normatif kuralların ortaya çıkışı ve bu kuralların iş birliği yapan aileler arasında soy aracılığıyla aktarımı, sapiensler arasındaki ilişkileri de şekillendirmeye başlıyor. Eğer iş dört kişiyle yapılıyorsa, mutlaka bir iş diğerlerinden daha kolaydır. Ancak o kolay iş dahi biri tarafından yapılmak zorundadır ve o iş olmadan grubun toplam faydası düşecektir. O halde “biz” içindeki herkesin faydada eşit hakkını kabul etmek gerekir. Eşit hak da doğal olarak tamamen eşit paylaşım anlamına gelir. En ufak işi yapanlar bile en büyük işi yapanlarla aynı payı alacaksa, o halde bedavacılara karşı ortak bir davranış, ortak bir cezalandırma gerekir. Bedavacılara ve hilecilere karşı ortak tavır ortaya çıktığında ise, grubun tüm üyeleri, kınamanın “biz” adına yapıldığını bilir. Sapiens artık ortağının bencil, bedavacı ya da hatalı hareketini gördüğünde, ortağının da hatalı hareketinin farkında olduğunu ve bu sebeple kınandığında ne için kınandığını bildiğini bilir. Ortağı hizaya getirmek için ortak bir zemin ve ortak bir bilinç gelişmiştir ve “biz”e uygun hareket etmeyen ortağı kınamak artık meşrudur.
“Biz” konseptinin ortaya çıkışı ve sapiens tarafından kullanılışı, süreç içerisinde bir diğer psikolojik süreci tetikledi. Ortaklar, birbirine sadık, rollerine bağlı ve faydayı eşitlikçi bölüşmeye hazırdır. Bu ortaklar, doğal olarak diğerlerine göre daha avantajlıdır ve etraftaki diğer sapiensler de bu ortaklığa dahil olmak istemektedir. Bu süreçte ise, bu ortaklığa dahil olmak isteyenlere karşı tavır ancak “biz”liğin kurallarını netleştirmekle mümkündür. Ayrıca artık sırf ceza görürüz ya da kınanırız diye değil, bilakis faydamızı artırmak için nasıl daha iyi bir “biz” oluruz sorusu gündemde. Bu soru da iş birliği için negatif değil pozitif bir motivasyon sunmakta. Tomasello, bu sürecin tamamına ikinci şahıs ahlakı adını veriyor.
Sonraki ve son aşama ise yine doğal sürecin bir neticesi olarak kendiliğinden ortaya çıktı. Nüfusu artan insan toplulukları yavaş yavaş birbirlerinden ayrılmaya ve yeni kültürler ortaya çıkarmaya başladılar. Bu farklı gruplar-kültürler birbirleriyle rekabet ettikçe, diğer bir gruba karşıt temelde kendini örgütleyen yeni ve daha büyük bir “biz” ortaya çıktı. Bu yeni kültür gruplarının rekabet edebilmesi ve hayatta kalabilmesi için ise kültürel ortak zemini temel alan yeni bilişsel beceriler ve kolektif maksatlılık geliştirdiler (Searle, 1997). Bu kolektif maksatlılık, rolleri daha nesnel bir hale getirdi. Bugün bir kişi avı kovalar, diğeri mızraklar, diğeri derisini yüzer; diğeri de avı pişirirken, ertesi gün bu roller değişebilir. Önemli sıçrama, insanların bu nesnel rolleri özümsemesi ve işlerin doğru-yanlış yapılma yöntemlerinin kültür içerisinde, onu tanımlayan ve onun selameti için olduğu kesin olan davranış kalıpları olarak anlamaya başlamasıdır. “Biz” ve “Onlar” ayrımı netleştikten ve yerleştikten sonra ise doğan sapiensler, içine doğdukları kültürün değerlerini eylemlerinin en meşru dayanağı olarak tanıdılar. “Böyle yapacağım, zira bizden olanların hepsi böyle yapıyor. Aynı şekilde sen de böyle yapacaksın yoksa bizden değilsin ve kötüsün-zararlısın.” Bu, ikinci şahıs ahlakının geniş hale getirilmiş halidir temelde. Kültür içindeki kurallar, herkes tarafından herkes için yaratılmıştı; doğal olarak herkesin herkese karşı sorumluluğu vardı. Herkesin herkese karşı sorumluluğu demek, birinin herkes olarak anladığı şeye karşı sorumluluğu demektir. “Herkes” denilen “biz”in kuralları bozulduğunda, bu durum bozan için sürülme ve genellikle ölüm anlamına geliyordu. Sapiens, grup üyeliğinin bu denli önemli olduğu binlerce yıllık süreçte, kültürel grup ahlakına dayalı nesnel ahlakı ortaya çıkardı (Tomasello, 2017, ss. 16-17).
Toparlarsak, Tomasello’ya göre iç içe geçmiş üç ahlaktan bahsedebiliriz: En çekirdekte olan duygudaşlık ahlakı, iş birliği zorunluluğunun yarattığı ikinci şahıs ahlakı ve kalabalıklaşan insanların birbirlerinden ayrılarak kendi içlerinde yarattıkları nesnel-kültürel ahlaklar.
Kendi hipotezime geçmeden önce, ileride kullanacağım için Jonathan Haidt’e de kısaca değinmek istiyorum. Jonathan Haidt, ahlak psikolojisi alanının en önemli düşünürlerinden sayılır ve Tomasello’nun yukarıda verilen ahlak psikolojisi eleştirisi temelde Haidt’e karşıdır. Haidt’in teorisi görece daha basittir. Haidt, ahlakın altı temeli olduğunu ileri sürüyor: özen ve zarar, adalet ve hile, özgürlük ve tahakküm, sadakat ve ihanet, otorite ve yıkıcılık, kutsallık ve yozlaşma (Haidt, 2007). Haidt, insanların bir kısmının bu altı temelden ilk üçüne, bir kısmının ise son üçüne önem verdiğini ve insanlar arasındaki temel ahlaki çatışmanın buradan kaynaklandığını söylemektedir. Bu iki grup insanı liberaller ve muhafazakârlar olarak ayırıyorlar; ancak Türkiye’de bu ayrımı yapamayız, zira tüm kavramlar birbirine girmiş halde.
Haidt’in görüşü, bana insanların kültürel olarak ayrılmalarından sonraki dönem için değerlendirilebilir geliyor; zira özellikle son üç temel, ikinci şahıs ahlakından ziyade nesnel ahlakın önemli olduğu toplumlarda ya da gruplarda ağır basıyor. Ticaret gibi, iki taraf arasında olan ve birden çok farklı tarafla da çalışılması muhtemel, yani grup bağlarının olmadığı ya da zayıf olduğu bir ortamda insanların daha anlayışlı ve adil olduklarını biliyoruz (Henrich vd., 2005). Yani bir toplumda pazar entegrasyonu ne kadar fazla ise, adalet duygusu o oranda gelişmiş oluyor. İlk üç temel ise bireyin açısından meseleye yaklaşıyor. O halde Haidt’in analizinin aslında Tomasello’nun hipotezinin iki aşamasında hangi değerlerin öncelikli olduğunu göstermesi dışında bir ilerleme yok. İkinci şahıs ahlakı için özen-zarar, adalet-hile, özgürlük-tahakküm ikilemleri varken, sadakat-ihanet, otorite-yıkıcılık, kutsallık ve yozlaşma ancak üçüncü bir değere, yani nesnel ahlaka atıf yapılarak anlaşılabilir. İlk üç ilke, iki kişi arasındaki hukukun korunması amacını taşırken, son üç ilke bireylerle grup arasındaki hukukun korunması içindir.
Aile ve Savaş Olarak Ahlak Hipotezi
Ben, Tomasello’nun hipotezini temel alarak, ancak insan evrimine dair gözden kaçırıldığını düşündüğüm birkaç parçayı ekleyerek hipotezi evriltmeye çalışacağım.
Benim hipotezim, duygudaşlık ahlakı konusunda Tomasello’ya yakın hatta duygudaşlık ahlakının sınırları konusunda de Waal’ci bile denebilir. Özellikle, sosyal canlılar arasındaki ebeveyn-yavru ilişkisinin ahlak denilen geniş kavramı yaratabilecek yegâne başlangıç noktası olduğuna katılıyorum. Ancak ikinci şahıs ahlakında Tomasello’dan biraz ayrılmam gerektiğini düşünüyorum.
Tomasello, ikinci şahıs ahlakını insanların arasındaki avcılık ve toplayıcılık sürecindeki iş birliğinin sonucu olarak düşünüyor. Ben, insanların duygudaşlık ahlakından ortak maksatlılığa geçişini, avcılık, toplayıcılık gibi karşılıklı iş birliği gerektiren eylemlerinden çok önce aile içerisinde gerçekleştiğini düşünüyorum. Tomasello’nun kitabında hiç değinilmeyen bir nokta ile başlayacağım.
İnsanların evrim sürecinin başlangıcı olarak Ardipithecus ramidus olarak gösteriliyor. Ramidus, bilinen en eski bipedal hominindir. Ramidus, bugünün Etiyopyası’nda yaşayan, ortalama 120 cm uzunluğunda, pelvisi şempanzeden geniş, modern sapiens’ten dar, ağaçta yaşayan ancak yerde de yürüyebilen, hızlı koşamayan, maymunlar kadar iyi tırmanamayan ve tek eşli olduğu tahmin edilen bir canlıdır (Gibbons, 2009; Lovejoy, 2009).
Yani sapiensin ilk atasının tek eşliliğe yatkın, iki ayağı üzerinde yürüyen ve yaşadığı coğrafyanın yarattığı kuraklık sayesinde yırtıcılardan uzak bir yaşam sürdüğünü biliyoruz. O halde ikinci şahıs ahlakının, iş birliği yapan herhangi iki insan arasında gelişen bir süreç değil, özellikle kadın ve erkek arasında, bipedallık nedeniyle olgunlaşmadan doğan yavrunun bakımı için seçilen davranış pratiklerinde gelişebileceğini makul bir şekilde savlayabiliriz. Tek eşli türlerde ebeveynlik ortaklaşa yapılan bir iştir. Ayrıca Ramidus’un ne maymunlar gibi ağaçların ne de yırtıcılar gibi toprağın hâkimi olmadıklarını, hatta epey kırılgan bir tür olduğunu da biliyoruz. O halde Tomasello’nun açıklamaya çalıştığı rollerin iki avcı ya da iki toplayıcı arasında değil, bir yavruyu hayatta tutmaya çalışan bir dişi ve bir erkek arasında geliştiğini düşünmek daha mantıklı sayılabilir.
Tomasello, evrim sürecini “sen>ben” (duygudaşlık ahlakı, evladımın canı için kendi canımı tehlikeye atarım), “sen=ben” (rolü ne olursa olsun, onsuz görev tamamlanamıyorsa onunla iş birliği için eşitliği kabul ederim) ve son olarak “biz>ben” (hayatım gruba bağlıysa, grup için kendimi ikinci plana atmayı kabul ederim) üçlüsü üzerinden anlamlandırıyor. Buna tamamen katılıyorum; ancak hikâyede kadın, erkek ve yavru, yani ailenin öneminin besin için ortak iş birliğinden daha önemli olduğunu düşünüyorum. Yavruyu hayatta tutmak için geliştirilen iş birliği, ikinci şahıs ahlakının varlığı için gereken yabancılar arasındaki iş birliğinden çok daha eski tarihli ve duygudaşlık ahlakıyla daha yakından ilintilidir. Aile üyeleriyle bir arada yaşamanın yabancılarla bir arada yaşamadan daha erken bir tarihte geliştiği konusunda geniş bir tartışma olduğunu düşünmüyorum.
Duygudaşlık ahlakının ikinci şahıs ahlakına dönüşmesinin önündeki engeller, yani aslında iş birliğini bozacak soruyu Sapolsky çok iyi tespit ediyor: Kimsenin iş birliği yapmadığı yerde ilk iş birliği deneyen “enayi” olacaktır. O halde iş birliği nasıl evrimleşmiş olabilir? Girişte Sapolsky’nin buna iki potansiyel yanıtını söylemiştik; ancak tekrar edelim:
- 100 kişilik iş birliği yapmayanlar arasında iki adet bile iş birliği yapan olursa, kalan 100 kişi onlara katılmak zorunda kalacaktır.
- Türün bir grubu, doğal olaylar sebebiyle bir yerde sıkışıp kalır. Sonrasında ise akraba seçilimi yoluyla iş birliği gelişir ve ana gruptan koptuğu için iş birliğini geliştirmek zorunda olan grup, ana gruba geri kavuşur ve böylece iş birliği esas grubu da ele geçirir (Sapolsky, 2021, ss. 350-351).
İnsan evrimi ve kadının rolü tekrar düşünüldüğünde, aslında bu iki senaryonun da insanlar için aynı şey olduğu ve bir aile içerisinde bulunduğu görülecektir. Elbette bir gruptan kopup bir yerde mahsur kalma hikayesi yoktur; ancak Ramidus’un tek eşli eğilimleri düşünülürse, zaten en az iki iş birliği yapan üye var demektir. Tek eşlilik, kadın kadar erkeğe de çocuğun kimden olduğu bilgisini verir. Bipedal Ramidus, modern insanlar kadar olmasa da, yine de çocuk bakımı için yoğun çaba harcamak zorunda görünmektedir. O halde duygudaşlık ahlakından ikinci şahıs ahlakına geçiş, avcı-toplayıcı sapienslerden çok önce Ramidus tarafından atılmıştır denilebilir. Zira:
a) İş birliği için zorunluluk (yavru) vardır.
b) İş birliği içinde rollerin ortaya çıkışı vardır (anne, baba).
c) İş birliğine ihanette hesap sorulacak kadar yakın bir yaşam mevcuttur.
Tek eşlilik, karşılıklı seçim anlamına geldiğinden bireysel seçilimin de pozitif etkisi görülür. Taraflardan hangisi ihanet ederse etsin, sonuç doğumu son derece masraflı olan yavrunun ölümü ve iki tarafın da soylarının kurumasıdır. Bu açıdan bakıldığında, münasip eş olmayanların elendiği, birbirine sahip çıkan çiftlerin ise hayatta kalarak kendi sadık genlerini çoğalttıkları düşünülebilir.
Tomasello’nun nesnel ahlakın ortaya çıkış hikayesini son derece mantıklı bulmakla birlikte; nesnel ahlakın ortaya çıkışının, kültürün kendini diğerlerinden ayırmasından çok, daha doğrudan bir savaş gerçeğinin neticesinde sivrildiğini düşünüyorum. İnsan nüfusunun arttıkça birbirlerinden ayrılması gayet doğal; ancak bu ayrılmaları son derece münasip şartlar altında, dostça gerçekleşen etkinlikler olarak düşünmek naiflik. 190 kişiye ulaşmış bir grup düşünelim. Dunbar sayısının üstü kadar insanın ayrılması gerekiyor. Kim bunlar? Hangileri kurulu düzeni ve 150 kişiyi doyuran bu çevreyi terk edip ne olduğunu bilmediği yerlere gidecek? Grubun maceracıları mı? Yeni yerleri görme aşkıyla kavrulan kaşifler mi? Yoksa grup içi çatışmaları kaybedenler veya grubun gözden kolaylıkla çıkarabilecekleri mi?
İnsanlığın evriminin başına Ramidus’u tanımak için gittik; ancak o kadar eski olmayan, hatta kıyaslayınca epey yakın olan Roma ya da Antik Yunan dönemine bakalım. Göreceğimiz ilk şey, toplumun aileler olarak ayrılmış olduğudur. Aileler arasındaki bir sorun çıkarsa -ki her zaman çıkar- kaybeden taraf, eğer köleleştirilip öldürülmeyecek ise, sürülür. Ben, kültürler arasındaki farkın ve nesnel ahlakın, bu sürgün, ölüm, egemenlik seçenekleri arasındaki süreçte ortaya çıktığını düşünüyorum. Kronolojik olarak değil elbette, davranışsal olarak.
190 kişilik grubumuza geri dönelim. Her ailenin tüm yan ögelerle – teyze, dayı, bacanak – 20 kişi olduğunu varsayalım. Gidecek olan 2 aile, büyük ihtimal çıkan ihtilafı kaybeden ve onu en çok destekleyen ailedir. Peki ne olur da bu insanlar, ihtilaflardan sonra aynı yerde yaşayamayacak hale gelirler? Bu iki aileyi sürgüne ne zorlar? Şiddet; yani bir grubun diğer gruba kendi hakikatini, kendi ahlakını dayatması.
Savaşı bu noktada daha detaylı irdelemek gerekiyor, özellikle de erkekler için olan anlamını. Savaş, erkeklere ait bir fenomen değildir; özellikle yavrularına karşı bir tehlike sezdiğinde, kadınlar erkekleri gölgede bırakacak kadar savaşçıdır. Ancak savaş halinde, kadın-erkek iş birliği, erkekleri savaşan kadınları da yavruları koruyan olarak ayırmaya meyillidir. İnsanlık tarihinde erkeklerin yavruları koruduğu, kadınların ise savaşa katıldığı bir iş bölümü biçimi ben henüz duymadım.
Savaş, birbirini etkileyen iki farklı dinamik yaratır. Birincisi, iç içe geçmiş üç ahlak çemberini (duygudaşlık, hakkaniyet, nesnel) ailenin içerisinde yerli yerine oturtur. Duygudaşlık, kadına; hakkaniyet, erkeğe ve nesnel ahlak, ikisine birden ait hale gelir. Kadın çocuğu, erkek kadını koruyacaktır. Sonra tekrar barış zamanı, ortak kurallarla hayat devam edecektir. Ancak savaşın yarattığı ikinci dinamik, bu anlaşmayı bozar. İkinci dinamik, savaşı kazanan erkekler arasında gelişen bağlılıktır. Hile yapanın, düşman olanın, kaçanın, ihanet edenin ya da elinden geldiğince savaşmayanların en ağır cezalandırıldığı yer, galibiyet sonrasıdır; zira hilecinin eylemi tüm savaşçıları tehlikeye atabilir. Ancak daha önemlisi, birlikte savaşan erkekler arasında gelişen hukuktur. Bu hukuk savaş sonrasında da varlığını sürdürür. İlkel bir kabile içinde -ki bu şempanzeler için de geçerlidir(de Waal, 1989)- erkekler örgütlendikleri zaman onları durdurabilecek bir mekanizma yoktur. Gelecekte ortaya çıkacak husumetlere karşı da erkeklerin birbirleri ile aralarını iyi tutmaları gerekir; zira savaşı kaybetmenin ne demek olduğu bilinmektedir.
Nesnel ahlakın oluşması için gereken ortak değerler, iyimser yazarların hayal ettiği gibi, şarkılar söyleyen gruplar arasında demokratik ve çoğulcu bir şekilde belirlenmez. Kurallar, onu dayatabilecek olan yegâne grubun, yani savaşmış(birlikte fiziksel şiddet uygulama deneyimine sahip), kritik anlarda organize hareket edebilen, birbirlerinin gerçek fiziksel gücünü bilen erkeklerin kurallarıdır. Savaşçı erkekler hakikati dayatabiliyorlarsa, dayattıkları adil bir biçimde kararlaştırılmış hakikat değil; savaşçı erkeklerin kendi aralarındaki ve onlara en çok yarayan kurallardır. Elbette tüm nesnel kuralların sadece bundan ibaret olması mümkün değil; bir etin nasıl pişirileceği, ne kadar uzağa pisleneceği gibi konular kültür içinde kendiliğinden yerleşebilir; ancak savaşçı erkekler tarafından dayatılmış hakikati değiştirecek nitelikte bir değişiklik ya diğer bir savaşçı erkek grubundan ya da mevcut savaşçı erkek grubunun değişen çıkarlarından gelir. Aynı şekilde, gruplar büyüdükçe yaşanan sürülme hadiseleri karşısında, o gruptan gönül rızası ile ayrılmak isteyen gruplar da olabilir. Ancak mezkur zamanlardan çok sonra bile sürgünün en ağır cezalardan biri olduğu bilgisine dayanarak çoğu zaman ayrılma motivasyonun meceracılık ve keşif arzusu olmadığı kanaatindeyim.
Rekabet, grup içinde süreklidir; ancak her zaman çatışmaya dönmez. Çatışmaya dönmemesinin sebebi, rekabetin kurallarının belirlenip dayatılabiliyor olmasıdır. Üstelik fiziksel çatışma, görece daha büyük bir organizasyon gerektirir ve bu organizasyon biyolojik olarak çok masraflıdır. Öte yandan, gruplar arası rekabet genellikle doğrudan savaş demektir. Her grup, kendi alanını korumak için, zayıf görünen gruplardan çalmak ya da kendine ait olanı çaldırmamak için sürekli uyanık olmak zorundadır. Savaş halinin her an olması, bugün patriarşi olarak bildiğimiz sistemin temelidir. Eğer her an savaş anıysa, kadın ikinci planda oluşunu kabul etmeli ve grubun selameti için erkekler sürekli beraber vakit geçirmelidir. Böyle bir ortamda erkekler güçlü olmalı, dayanışma içinde kalmalı, neyin doğru (gruba faydalı) neyin yanlış (gruba zararlı) olduğunu bilmeli; eğer bilmiyorsa kendisine öğretilmeli, eğer biliyor da uymuyorsa cezalandırılmalıdır. Grubun içine doğan üyenin şekillendirilmesi için gereken sert müdahale yine aynı savaşçı erkek grubundan gelir. Bahsedilen pleistosen dönemde insan dilinin tam olarak ne kadar geliştiği henüz bilinmemektedir ancak bir şeyi “yapma” demenin en kolay yolunun basit şiddet oluşu o gün de inanıyorum ki bugün olduğu kadar geçerlidir.
Sonuç olarak, ben ahlakı; memelilere ait duygudaşlık temelinde doğmuş, evrimsel baskının yarattığı aileler aracılığıyla hakkaniyete dönüşmüş, hakkaniyetin yarattığı avantajın patlattığı nüfus sonrasında da savaşçı erkekler tarafından norma dönüştürülmüş bir ilişkilenme çeşidi olarak tanımlıyorum.
Kaynaklar
- Bratman, M. (2014). Shared Agency: A Planning Theory of Acting Together. Oxford University Press.
- Brosnan, S. F., Talbot, C., Ahlgren, M., Lambeth, S. P., & Schapiro, S. J. (2010). Mechanisms underlying responses to inequitable outcomes in chimpanzees, Pan troglodytes. Animal Behaviour, 79(6), 1229-1237. https://doi.org/10.1016/j.anbehav.2010.02.019
- Fischer, E. A. (1980). The relationship between mating system and simultaneous hermaphroditism in the coral reef fish, Hypoplectrus nigricans (Serranidae). Animal Behaviour, 28(2), 620-633. https://doi.org/10.1016/S0003-3472(80)80070-4
- Gibbons, A. (2009). Ardipithecus ramidus. A New Kind of Ancestor: Ardipithecus Unveiled. Science (New York, N.Y.), 326(5949), 36-40. https://doi.org/10.1126/science.326_36
- Greene, J. D. (2013). Moral Tribes: Emotion, Reason, and the Gap Between Us and Them. The Penguin Press.
- Haidt, J. (2007). The New Synthesis in Moral Psychology. Science, 316(5827), 998-1002. https://doi.org/10.1126/science.1137651
- Haidt, J. (2012). The Righteous Mind: Why Good People are Divided by Politics and Religion (1st ed). Pantheon Books.
- Henrich, J., Boyd, R., Bowles, S., Camerer, C., Fehr, E., Gintis, H., McElreath, R., Alvard, M., Barr, A., Ensminger, J., Henrich, N. S., Hill, K., Gil-White, F., Gurven, M., Marlowe, F. W., Patton, J. Q., & Tracer, D. (2005). “Economic Man” in Cross-Cultural Perspective: Behavioral Experiments in 15 Small-Scale Societies. Behavioral and Brain Sciences, 28(6), 795-815. https://doi.org/10.1017/S0140525X05000142
- Kerr, B., Riley, M. A., Feldman, M. W., & Bohannan, B. J. M. (2002). Local Dispersal Promotes Biodiversity in a Real-Life Game of Rock–Paper–Scissors. Nature, 418(6894), 171-174. https://doi.org/10.1038/nature00823
- Lovejoy, C. O. (2009). Reexamining Human Origins in Light of Ardipithecus ramidus. Science, 326(5949), 74. https://doi.org/10.1126/science.1175834
- Massen, J. J. M., Van den Berg, L. M., Spruijt, B. M., & Sterck, E. H. M. (2012). Inequity Aversion in Relation to Effort and Relationship Quality in Long-Tailed Macaques (Macaca fascicularis): Inequity Aversion in Macaca fascicularis. American Journal of Primatology, 74(2), 145-156. https://doi.org/10.1002/ajp.21014
- Milinski, M. (1987). Tit for Tat in Sticklebacks and the Evolution of Cooperation. Nature, 325(6103), 433-435. https://doi.org/10.1038/325433a0
- Nietzsche, F. W. (2011). Ahlakın Soykütüğü: Bir Polemik (Z. Alangoya, Çev.). Kabalcı.
- Range, F., Horn, L., Viranyi, Z., & Huber, L. (2009). The Absence of Reward Induces Inequity Aversion in Dogs. Proceedings of the National Academy of Sciences, 106(1), 340-345. https://doi.org/10.1073/pnas.0810957105
- Sapolsky, R. M. (2021). Davranış: En İyi ve En Kötü Haliyle İnsan Biyolojisi. Pegasus Yayınları.
- Searle, J. R. (1997). The Construction of Social Reality (Nachdr.). Free Press.
- Seyfarth, R. M., & Cheney, D. L. (2012). The Evolutionary Origins of Friendship. Annual Review of Psychology, 63(1), 153-177. https://doi.org/10.1146/annurev-psych-120710-100337
- Tomasello, M. (2014). A Natural History of Human Thinking. Harvard University Press.
- Tomasello, M. (2017). İnsan Ahlakının Doğal Tarihi (2. bs). Koç Üniversitesi Yayınları.
- Wascher, C. A. F., & Bugnyar, T. (2013). Behavioral Responses to Inequity in Reward Distribution and Working Effort in Crows and Ravens. PLOS ONE, 8(2), e56885. https://doi.org/10.1371/journal.pone.0056885
- Wynne, C. (2004). Fair Refusal by Capuchin Monkeys. Nature, 428, 140. https://doi.org/10.1038/419447a
- de Waal, F. (1989). Chimpanzee Politics:Power and Sex among Apes. The Johns Hopkins University Press.