Cinsiyetçi Küfürlü Söylemler ve Kadına Şiddet Gündemi

Tarih:

“Ben” Aslında Ne Söylüyorum? : Cinsiyetçi Küfürlü Söylemler ile Kendilik
Yüzleşmesi Aracılığıyla Kadına Şiddet Gündemine Dair Notlar

Pierre Bourdieu’nun çevrilen kısa bir videosunda denk geldiğim(1) ve o günden beri her meselede zihnim vasıtasıyla kendime sorduğum “Kim konuşuyor?” sorusu ile yine Bourdieu’nun vermiş olduğu “Konuşan biziz” yanıtı zihnimde art arda kendi kendine iletişim kurmaya başlıyor. Karşılaştığım her olay, olaylardaki ayrı tekil göstergeler olan söylem, nesne ve varlık gibi muhtelif varoluşların kendilerine has kendiliklerini gördüğümde anlamaya çalıştığım ilk şey ise ne oldukları ve ne söyledikleri oluyor. Akabinde, peşi sıra gelen şu sorular: Varlıklarda ve etkileşimlerde gördüğümüzü, duyduğumuzu, hissettiğimizi ya da fark ettiğimizi, kendimizin dışa vurduğu söylemleri kim var kılıyor veya oluşturuyor? Onlar, oldukları hâlde “saf” şeyler mi yoksa onları gören “ben” mi anlamlarla yaratıyor bu var oluşları? Peki ya bahsettiğimiz bu “ben” kim? Her şeyi, var olduğu andan itibaren kendi kendine kuran bir varlık mı? Yoksa “ben” gibi tekil bir görünüm nazarında esas kendisini saklayan çeşitli “ben”lerden oluşan bir oluşum mu? Tam da burada Bourdieu bu sorunsallara cevap mahiyetinde anlatısını şu imalarla sürdürürken aynı zamanda “ben” olarak bildiğimiz varlığın arkeolojisi de böylece gün yüzüne çıkmaya başlıyor: Konuşan/gösteren sadece “ben” (fiziksel manada tek bir varlıksal görünüm olarak bir kişi ya da beden veya zihin) olsam bile gerçekte ben’e içkin şekilde görünmeyen toplumsal “bizler” bulunmaktadır. Söz konusu bizler ise “kültürel bilinç dışı”ndan başka bir şey değildir Bourdieu’ya göre. Ben ve dolayısıyla bir konuşan olarak ben’in; ben, sen, o, biz, siz, onlar gibi tüm göstergeleri kapsayan aile, komşu, arkadaş, yabancı, topluluk veya gruplardan etkilenerek meydana gelen bir oluşumdan ibaret olduğunu söyleyebilmek mümkündür hâlde ben dediğimiz bu oluşum, bünyesinde bu kadar çeşitli varlıksal maddeleri barındırıyorsa o zaman ben konuştuğunda ya da söylediğinde kimi temsil etmiş yahut dışa vurmuş olmaktadır? Başka bir perspektiften düşünüldüğünde ise ben, söylediğinde/konuştuğunda ne söylemektedir/konuşmaktadır?

Gender Violence Vectors & Illustrations for Free Download | Freepik

Ben’in ne söylediğini anlamak üzere çıkılan onun kimliksel anlamını irdeleme girişiminin bizleri nasıl biz varlığına ulaştırdığını gösteren, bu birbirine eklemlenen dizinsel süreç sonucunda toplumsal arenada esas söyleyenin, tekil ben değil; arkasında gizli bir biz’i barındıran bir ben olduğunu görebilmek artık daha mümkün hâle gelmiştir. Tekil ve öznel olarak söylediğimiz ya da kurduğumuzu zannettiğimiz her söylem, aslında içinde kolektif tarihsel birikimli anlamlar barındırmaktadır. Hâliyle konuşulan ve aktarılan tüm imler, önceden geliştirilmiş olan ideolojik birer göstergeler olarak birey vasıtasıyla kendisini toplumsal arenada cereyan ettiriyor. Nitekim bir ben (biz olarak ben) olan bireyin aktarabileceği tüm anlamlar ile söylemlerin ötekiler aracılığıyla öğrenilerek depolandığı zihin yahut bilinç denilen şekillendirilmiş yapı, bireyin konuşmasını sağlayan esas araçlardan birisi konumundadır. Böylece tüm öteki varlıklarının, etkileşimlerin, tarihsel birikimlerin, çıkar ilişkilerine binaen önceden oluşturulmuş pek çok anlamların kıskacında mayalanan birey ve onun bilinci dediğimiz yapının ise sosyo-ideolojik bir şekillendirilmeye tabi olduğunu söyleyebilmek mümkün hâle gelmektedir. (2)

Söylemlerin ardındaki ben ve biz meselesinin görünümü hakkında başlayan bu yazının esas gayesi, ben olarak zannettiğimiz varlıklarımızın konuştuğunda ya da söylediğinde birbirimize hangi anlamları iletip hangilerini yeniden kurarak neye vesile olabileceğimizi göstermektir. Bu gösteriyi ise spesifik bir örneklendirmeyle ve özellikle son zamanlarda gündemimizde yeniden yoğun biçimde gündemde yer eden kadına şiddet olaylarında görünmeyen bir konuyu görünür kılmak, hem elzem hem de gereklidir. Zira ekseriyetle kadınlara yönelik işlenen suçların en son hâlinin tartışıldığı toplumsal arenada, olayların son hâline gelene kadarki süreçte etken olan öteki araçların rolleri göz ardı edilmekte ve esasında mevzunun temelindeki zihniyet meselesi kaçırılarak sorunların çözümünde kalıcı bir girişim sağlanamamaktadır. Burada zihniyet olarak konumlandırılan şey, her bireye ideolojik olarak içkinleştirilmiş olan muhtelif tahayyüllerden başka bir şey değildir. Belirli ideolojik anlamların bizlere öğretildiği yaşam çemberimizde söz konusu ideolojik göstergeleri sorgulamaksızın hayatımıza kabul ettiğimiz ve uyguladığımız sürece ötekilerden öğrenmiş olduğumuz zihniyetleri ve söylemleri devam ettirmiş olarak ben kişisinin konuşması yerine biz olarak ben kişisini sahneye çıkarmış olmaktayız. Dolayısıyla gündelik arenada, bilinçli yahut bilinçsiz fark etmez zira bilinci oluşturan şey de yine “kültürel bilinç dışı”dır, kullandığımız çoğu söylemlerin belli ideolojik arka plana sahip olduğunu ve bu ideolojinin geniş bir bizler -kültürel bilinç dışı- topluluğundan zuhur ettiğini düşünmek olağandır. Ancak burada her söylemin ideolojik bir gösterge olduğunu fakat söz konusu ideolojiler arasında hangisinin fayda sağlayıp hangisinin zarar verdiği mevzusuna yönelik bir ayrım yapıldığı göz önünde bulundurulmalıdır. Temelde tartışılan şey, her söylemin belli bir ideolojiyi temsil ettiğini kabul etmekle birlikte ideolojik söylemlerin yol açtığı fayda veya zarara yönelik sonuçların tartışma konusu haline getirilmesidir.

 


Sözgelimi kadına şiddetin en uç ve en şiddetli noktası olarak görülen fiziksel şiddete gelene kadarki süreçte söylemler vasıtasıyla ve dolayısıyla söylemlere yüklenilen ideolojik göstergelerin ilmek ilmek işlenmesiyle kadın varlığını zihinlerimizde nasıl imgelediğimiz mevzusunu irdelemek meseleyi daha anlaşılır hale getirecektir. Mesela, hiç kadın ve erkek cinsel organlarına baktığınızda ne düşündüğünüzü ya da ne gördüğünüzü düşündünüz mü? Yahut cinsel edimin kendisini haz verici bir şey olarak nitelendirirken aynı zamanda söz konusu edimi hakaretvari bir yapıya büründürüp cinsel içerikli küfürlü söylemler haline nasıl ve neden dönüştürdüğümüzü merak ettiniz mi? Başka bir ifadeyle, cinsel eylemi haz verici bir olgu olarak görürken, bu eylemi oluşturan tüm göstergeler (kadın ve erkek cinsel organlarıyla) vasıtasıyla yaratılan küfürlü söylemlerde kullanılan organlar neden ve nasıl olumsuz bir göstergeye dönüşüyor?

Erkekler ve kadınlar özellikle kadını aşağılayan ve kadına bakışımıza zarar veren bu tür söylemleri neden kullanma gereği duyuyor? Neden cinsiyetçi küfürlü söylemler günümüze kadar hep işlevsel olarak kabul edildi ya da ediliyor? Duygularımız üzerinde katartik bir role sahip olduğu hususu neden cinsel içerikli küfürlü söylemler için geçerli? Onlar yerine başka söylemler bu rahatlamayı sağlayamaz mı? Böylece, küfürlü söylemlerin anlamsal görünümüne dair sürdürülebilecek pek çok sorunsal dizisinin varlığına paralel olarak, 2022 yılında aklımdaki bu sorunsallara yanıt bulabilmek için bir araştırma yapmaya karar verdim. Amacım, zihinlerimizdeki ben zannettiğimiz biz algısını ortaya çıkarmak ve onun ne olduğuyla yüzleşmebilmekti. Zira ancak gerçek manada bu yüzleşme sağlanabildiğinde, kendimize tersten ve sıfırdan bakabildiğimizde (kendimize yabancılaşarak ya da kendimizi dışarıdan bir gözle izleyerek), neyi neden yapmış olduğumuzu ve böylece yaptığımız şeylerle neye sebebiyet verebileceğimizi görmüş olacaktım. Akabinde ise nedeni bilinen bir şeyin, tıpkı bilinen bilginin yönetilebilmesi düşüncesinde olduğu gibi, yönlendirilebileceği ve eğer bu neden ve sonuçlar toplumsal yapıda herhangi bir şeye zarar veren bir işlevselliğe ve potansiyele sahipse dönüştürülebileceği imkânı doğmuş olacaktı. En nihayetinde, 2023 yılında bu sorunsallar çerçevesinde yüksek lisans tezimi cinsel içerikli küfürlü söylemlerin anlamsal görünümünü inceleyerek tamamladım.

Tez kapsamında yaptığım araştırmanın sonucu, bugün de kadına şiddet vakalarındaki en temel sorun olan zihniyet meselesine, söylemlerimize yüklediğimiz ideolojik göstergelerle yakından dokunuyor. Her ne kadar küfürlü söylemlerin işlevselliğine sığındığımız bir bakışla onları normalleştirmiş ve sıradanlaştırılmış bir toplumsal bakışa -biz’e ya da kültürel bilinç dışına sahip olsak da içten içe onları kullandığımız arenalara ve olaylara binaen söz konusu kelimelerin olumsuz ve zarar verici potansiyelde ve hatta göstergede olduğunu bilmekteyiz. Fakat, bununla yüzleşmemizin önünde engeller bulunuyor. Söz konusu engeller ise kadın ve erkeklerde farklılaşma gösteriyor. Erkekler küfür kullanımlarını hafifleştirmek/sıradanlaştırmak ya da onların aslında zarar verici söylemler olmayıp öylesine alışkanlık sonucunda kullandıklarını, yakın arkadaş çevrelerinde olumlu manada birisine hitap etme biçimi olduğunu ya da duygularını aktardıklarını ima ederek mantığa büründürürken aynı zamanda da yabancı birisi vasıtasıyla küfürlü söylemlere maruz kaldıklarında olumsuz davranışlarda bulunabileceklerini -kavga, şiddet, tartışma gibi- aktarmaktadır. İlk imalarında yüzleşmeden mantığa büründürme (zira bu durum küfrü eden erkek tarafını kapsamaktadır) aracılığıyla kaçan erkekler kendilerine yöneltilen öteki senaryo sorusuna tabi biçimde (tanımadığınız birisi size küfrettiğinde nasıl tepki verirsiniz?) söz konusu söylemlerin zihinlerindeki esas anlamlarıyla yüzleşmeye başlamaktadır (çünkü burada artık erkek küfre maruz kalan taraftır).

Free Vector | Gender violence concept

Kendileri küfrettiklerinde cinsel içerikli küfürlü söylemlerin herhangi bir olumsuz manaya geldiğini ya da zarar verdiğini düşünmeyen erkekler, kendilerine tanımadıkları birisi tarafından küfür edildiğinde söz konusu söylemleri bu kez olumsuz ve zarar verici olarak algılamaya başlarlar. Yüzleşmeyle aramızda olan engelin ancak ötekinin konumuna/yerine geçmekle veya ötekinin bakışıyla bakabilmekle mümkün olması aynı zamanda öteki vesilesiyle “ben” olarak bildiğimiz kendimizin nasıl “biz”den ibaret olduğunu da göstermektedir. Erkekler küfür kullanan taraf olduklarında, zihinlerindeki kendilik ‘biz’i (kültürel bilinç dışına kodlanmış küfürlü söylemlere yönelik ‘olağan’ bakış açısını) temsil ederken, küfre maruz kaldıklarında ise ‘biz’den kopuk ve bağımsız olabilecek bir ‘ben’le (küfrün öteki ya da esas anlamının fark edilmesi; zarar verici görünümü) yüzleşirler.

Çizginin diğer ucunda bulunan kadınların yüzleşmede önlerinde duran en büyük engel ise toplumsal arenanın her alanında erkeklerle mücadele içerisinde oldukları eşitlik arayışıdır. Zira kadınlar cinsel içerikli küfürlü söylemleri en çok “erkekler söyleyebiliyorsa biz de söyleyebiliriz; erkekler bu söylemleri kullandıklarında normal karşılanıyor biz kullandığımızda ise hemen etiketleniyoruz” gerekçelerine binaen kullandıklarını ifade etmektedirler. Kadınlar özelinde kadın varlığına açık biçimde zarar veren, hakaret eden ve onu aşağılayan bu tarz söylemlerin kadınlar tarafından neden kullanıldığı sorunsalının cevabı da işte hem bu yüzleşme meselesindeki engeller ile hem de yine ben ve biz ayrımını temsil eden bir madalyonun iki yüzü sembolizminde ortaya çıkmaktadır. Kadınlar, eşitlik mücadelesi kapsamında cinsel içerikli küfürlü söylemlerde bulunurken (kültürel bilinç dışı olarak ‘biz’ kendiliği formundayken) yüzleşmeden kaçmaktadır.

“Ancak kendilerine ‘Bir erkek tarafından bu tarz küfürlü söylemlere maruz kaldığınızda ne hissedersiniz, nasıl davranırsınız?’ sorusu sorulduğunda, küfürlü söylemlere yönelik bakış açıları tıpkı erkeklerde olduğu gibi değişime uğramaktadır.” Kadınlar da yüzleşmeden kaçtıkları durumlarda “biz” kendiliğine sahipken erkekler tarafından bu tarz küfürlere maruz kalma senaryosunu düşünmeleri istendiğinde ise “biz”den kopuk ve bağımsız “ben” kendiliğine ya da farkındalığına geçiş yapmaktadırlar. Fakat buradaki “ben” yazının başlangıcındaki “biz”i içeren “ben” ile karıştırılmamalıdır. Erkeklerde de kadınlarda da bahsedilen ilk davranış biçimleri (yüzleşmekten kaçma) içinde “biz”i barındıran “ben”i (toplumsal olarak öğrenilen kendiliklerimizi imleyen kültürel bilinç dışımızdaki kendilik imgelemlerimiz) temsil ederken her iki cinsiyetin yüzleşme yaşamalarının akabinde kurdukları ya da fark ettikleri “ben” ise farklı kültürel arenalarda farklı biçimlerde kurulabilecek ya da yaratılabilecek yeni “ben”leri temsil etmektedir.

Kadın ve erkeklerin kullandıkları cinsel içerikli küfürlü söylemlerle yüzleşmelerine vesile olan ve dolayısıyla bizlerin ise küfrün esas anlamsal görünümünü ve toplumsal arenada kadına yönelik bakış açısında nasıl etkili olabildiğini araştırmaya katılan katılımcıların ifadelerinden hareketle görebilmemize binaen söylemlerin zihniyetimizi nasıl şekillendirdiği akabinde ise zihniyetimizin ise eylemlerimize nasıl yansıdığını göstermesi açısından söz konusu araştırma kadına şiddet mevzusundaki temel şeyin, dilimizde yer alan ve yaratılan söylemler olduğunu göstermektedir.(3)

(1) Video için bknz: https://www.youtube.com/watch?v=W8GpEFruVMg
(2) Voloşinov, V. N. (2022). Marksizm ve Dil Felsefesi. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
(3) Araştırmanın detayları için bknz: https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tezSorguSonucYeni.jsp

Hilal Ekşi
Hilal Ekşi
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Genel Sosyoloji ve Metodoloji programında doktora öğrencisidir. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Sosyoloji lisans programından mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi Sosyal Yapı Sosyal Değişme yüksek lisans programından gündelik hayatta kullandığımız cinsiyetçi küfürlü söylemler üzerine yazdığı teziyle mezun olmuştur. İlgi alanları arasında dil sosyolojisi, duygu sosyolojisi, sosyal psikoloji, liderlik/koçluk, spiritüel hareketler yer almaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

En Çok Okunanlar

Yazar Olmak İstiyorum

Yeni ve güçlü akademik kadromuzla yayın hayatına başlayan Republica, Sosyoloji, Felsefe, Tarih ve Politika alanlarında kalemini konuşturmak isteyen yazarlara kapılarını açıyor!

İlgini Çekebilir
SOCIUS

Neoliberalizmin Temel Argümanlarını Yeniden Düşünmek: Hayek’in İnsan ve Toplum Tasarısı Gölgesinde Günümüz Toplumu

Bu yazıda Hayek’in ünlü Bilginin Toplumda Kullanımı makalesinin bilgiye...

Kadın ve Cinsel Mitler: Yanlış İnanışların Gölgesinde

Cinsellik, insan yaşamının doğal ve vazgeçilmez bir parçasıdır. Merak...

Tarih Felsefesi ve Metodoloji: Tarihselcilik Nedir?

Bir düşünme biçimi olarak ilk kez Wilhelm Dilthey (1833-1911)...

Emek ve Kimlik Sömürüsü: Karl Marx ve Jacques Rancière’den Hareketle Faşizmi Politikadan Atmak

Emek sömürüsü, işçi sınıfının üretimdeki merkezi rolünü görünmez kılarak...