Neoliberalizm ve Ezilenlerin Pedagojisi

Tarih:

21. yüzyılın en büyük sorunlarından biri olarak görülen neoliberalizmin ve onunla birlikte gelen yeni vahşi akımların, Brezilyalı eğitim filozofu Paulo Freire’nin Ezilenlerin Pedagojisi adlı eserindeki çıkarımlarla nasıl ele alınabileceği ve bu bağlamda özgürleşme süreçlerinin nasıl şekillendirilebileceği tartışılacaktır. Freire’nin eleştirel pedagojisi, modern dünyanın baskıcı yapıları karşısında ne tür çözümler sunabileceği noktasında önemli bir yol haritası ortaya koymaktadır.

Paulo Freire (1921-1997)

İnsandışılaşma

Paulo Freire Ezilenlerin Pedagojisi metnine “Değer yargısal bir bakış açısından insanlaşma problemi daima insanın temel problemi olageldiyse de artık kaçınılması imkansız bir mesele niteliğini kazanmaktadır” (Freire, 2021, p.61) şeklinde bir giriş yapar. Metnin girişinde kaygı unsuru olan ve eğitim yordamıyla çözülecek, ya da incelemeye tabii tutulacak konu olarak Freire, daha ahlaklı, daha iyi, ya da daha mutlu bir insan olmayı değil, yalnızca ve yalnızca insanlaşmayı, bir diğer deyişle insan olmayı ele almaktadır. Eğitimin topluma ve toplumun da eğitim biçimlerine etkisi göz önünde bulundurulduğunda mesleki yeterlilik, yoksulluktan kurtulma, sınıfsal pozisyonu değiştirme, daha ahlaklı olma, cahillikten kurtulma, iyi bir insan olma, iyi yurttaşlar olma vb. amaçların eğitimin sorumluluğu haline gelmesini hedefleyen düşünce ve ideolojilerin aksine insanlaşmanın gerekliliği ve ana kaygı unsuru olması önemsenmiştir. Zira Freire’ye göre “yalnızca insanlaşma insanın yetisidir” ve bu insanlaşma süreci yıllarca yapısal bir biçimde “adaletsizlik, sömürü, baskı ve ezenlerin şiddetiyle engellenir” (2021, p.62).

Ezen ve ezilen ilişkisi içinde sayıca az olan ezenlerin silahlı kolluk kuvvetleri, ekonomik tahakküm, dışlama, endoktrinasyon ve propaganda yoluyla yapacağı baskı sayıca toplumun en kalabalık grubu olan ezilenleri insandışılaştırmaktadır. Şiddetle engellenen insanlaşma süreci, insanların daha tam anlamıyla insan olma mücadelesi içinde kendini gösterecektir.  Bu mücadele sürecinde toplumsal ve ezen-ezilen sınıfsal yapılanmasında ezildiğini, baskılandığını, insanlaşma sürecine bir saldırıda bulunulduğunu fark etmek daha tam anlamıyla insan olmanın ön koşuludur. Zira ezilenler “hiçbir şeye yaramadıklarını, hiçbir şey bilmediklerini, herhangi bir şey öğrenmekten aciz olduklarını -hasta, tembel ve verimsiz olduklarını- o kadar sık duyarlar ki sonunda kendi acizliklerine ikna olurlar” (Freire, 2021, p. 82). Böylesi bir işe yaramazlık algısı bireye henüz öğrenciyken okulda yapısal olarak ve öğretmenlerin onlara karşı tavırlarıyla doğrudan davranışsal olarak aşılanmıştır. Zira öğretmenler bilginin tek kaynağı olarak öğrencinin zihinlerini birer boş levha [1] gibi görür ve onu doldurmaya uğraşır. Ancak çocuklar okulda ve okul dışında hayatla öylesine merak dolu bir biçimde angaje olurlar ki, sınıflardaki sıkıcı derslerden öğrendiklerinden nicelik ve nitelik bakımından çok daha fazlasını kendi çabalarıyla edinirler. Öğretmenlerin onların zihinlerinin doldurulmak üzere boş olduğunu hissettirerek davranmaları ve okul yönetiminin çocuğun hiçbir ihtiyacına onları dinleyerek yanıt vermediği göz önünde bulundurulursa, artık en sonunda çocuk, böylesi bir durumun değiştirilemez görünmez duvarlarına öylesine sertçe çarpar ki, hayatının her noktasında kendinden üstün gördüğü kişilerin eylemlerini ve düşüncelerini sorgulamaya tabii tutmaksızın kabul eder ve onların boyunduruğuna girer. Böylesi bir başkasının tahakkümü altına girme süreci, başka bir dünyanın mümkün olmadığına, hakları için mücadele etmenin sonuçsuz kalacağına, kendisi gibi sıradan birinin eylemleriyle bir değişim olmayacağına ikna olmalarına zemin hazırlamaktadır.

Paulo Freire’nin eleştirilerinin merkezinde olan böylesi bir eğitim anlayışı kendisinin de analiz ettiği ve “bankacı eğitim modeli” olarak isimlendirdiği tavrın insandışılaşmaya katkısına vurgu yapar. Zira bankacı eğitim modeline göre “öğretmen her şeyi bilir, öğrenciler hiçbir şey bilmez”, “öğretmen öğretir ve öğrenciler ders alır”, “öğretmen müfredatı seçer ve (kendilerine danışılmayan) öğrenciler buna uyar” (Freire, 2021, p.91) gibi öğrencinin öğrenme pratiğinde pasifize edilmiş konumunu uysal, uyumlu, itaatkar vatandaşlar yetiştirme alışkanlığına dönüştürmektedir. Böylesi bir pratiğin politik bir propaganda ve endoktrinasyon aracı olduğu açıktır zira “başkalarını mutlak bilgisiz saymak—baskı ideolojisi için karakteristiktir” (Freire, 2021, p.91). Öğrencilerin ve gelecek yurttaşların ezilen pozisyonunun farkındalığına ulaşmasının ve daha tam anlamıyla insan olabilmek için mücadeleye katılmasının ön koşulu bir sınıf bilincine sahip olması olacaktır. Sınıf bilinci, öğrenci, öğretmen, işçi, işsiz, emekli, kadın, erkek, göçmen, sığınmacı, ev hanımı, çocuk vb gibi süregiden yeni ve eski sınıflandırmaların; beyaz yaka-mavi yaka, burjuva-proletarya, alt sınıf-üst sınıf, yönetenler-yönetilenler, zengin-fakir, ezen-ezilen, Kürt-Türk, okumuş-cahil vb gibi süregiden alt-üst ilişkilerinin tamamını geçmişte verdiği, veriyor olduğu ve gelecekte vereceği potansiyel zararların anlaşılması, doğru tahlilinin yapılması, kendi pozisyonunun reddinden vazgeçilmesi, boyun eğici tavırdan uzaklaşılması ve en sonunda da düşünümle eyleme geçilmesi, tercihen örgütlü eyleme geçilmesi olarak nitelendirilebilir.

Freire’ye göre bu bilinçlenme sürecinden sonra ezen-ezilen döngüsünde yaşanacak kaçınılmaz değişim, bu değişimden önce insandışılaşmaya zorlanan ezilenlerin yeni ezenler olarak intikam alması mücadelesi anlamına gelmemektedir. “Bu mücadelenin anlam taşıması için ezilenler, (insanlığı yaratmanın bir yolu olan) insanlıklarını yeniden kazanma peşinde, misilleme olarak ezenlerinin ezenleri haline gelmemelidirler; hem ezilenlerin hem de ezenlerin insanlığını yeniden sağlayanlar olmalıdırlar” (Freire, 2021, pp. 62-63). Zira böylesi bir ezen-ezilen ilişkisinin yeniden tanımlanması ve konumlanması ezme pratiğini yok etmekten ve daha tam anlamıyla insanlaşma mücadelesinden farklı olarak yalnızca ezme eyleminin hedefi olan öznelerin değişmesine sebep olacaktır. Freire’ye göre özgürleşme mücadelesi bireylerin yeni ezenler olmasından ziyade ezilme ilişkilerinin hedef alınması ve yok edilmesi üzerine kurulur. Zira yapısal bir ezme-ezilme ilişkisinin yıkılmadığı toplumlarda insanlar yalnızca ikircikli bir ezen-ezilen ilişkisi etrafında kutuplaşmamaktadırlar. Böylesi durumlarda insanlar ezen-ezilen ilişkisinin ezilen tarafındaysa, gücünün yettiği başka bir toplumsal angajman esnasında ezen konumuna rahatlıkla bürünebilir zira onlar “eski düzenin mitleriyle koşullanmışlardır” (Freire, 2021, p.65) ve adeta bir refleks biçiminde yeni ezenler olmaya isteklidirler. Toplumsal durum ve zamanlar değiştiğinde değişecek ezen-ezilen döngüsü, kendilerini ezenlerle özdeşleştiren ezilenler aracılığı ile “alt-ezen döngüleri” oluşturmaktadır. Bu alt-ezen döngüleri içinde insanlar genellikle yeni ezenler konumuna geldiklerinde kendilerini ezenlerden daha da gaddar olma eğilimindedirler. Ancak böylesi eğilimlerin bilincinde olan özne, özgürlüğün sancılı bir doğum olduğunun ve yeni bir insan yaratıyor olduğunun da farkındadır. Mücadele bir süreçtir, bitmeyen bir süreç. “Ortaya çıkan insan yeni bir insandır ve varoluşu ancak ezen-ezilen çelişkisi tüm insanların insanlaşmasıyla alt edildiğinde mümkündür. Ya da başka bir deyişle, bu çelişkinin çözümü, bu yeni insanı dünyaya getirme çabasından doğar: Artık ezen de yoktur ezilen de, sadece özgürlüğe ulaşma sürecindeki insan vardır”
(Freire, 2021, p67).

Görsel Kaynak: Alamy

Sahte Hayırseverlik

Daha çok kar edebilmek için işçiyi, öğrenciyi, emekliyi, kadını ve çocuğu insandışılaşan, varoluşunu gerçekleştiremeyen, yorgun, öfkeli ve ezildiği için kendine yabancılaşan bireyler haline getiren neoliberal açgözlü politikalar, kendi egemenliğinin devamlılığı için ezilenlerin kendine ve sosyal/ekonomik/politik sınıfına yabancılaşmasına, sınıf bilinci kazanmasına ve insanlaşma mücadelesine karşı önlemler de almaktadır. Zira böylesi bir mücadele açıkça yönetici sınıfının ve burjuvanın karını azaltacağı ve yeterli örgütlenme sağlandığında da egemen olma gücünü kaybedeceği için tehlike olarak görülmektedir. Bu tehlikenin önlenmesi için öncelikle bireylerin insanlaşma mücadelelerindeki gerekliliğin hatta zorunluluğun ütopyacı, gerçekdışı ya da gereksiz görülmesi için manipülasyon yapılmaktadır. Bu manipülasyon çalışmaları her türlü eğitim ve propaganda aracı tarafından sağlanmaktadır. Eğitimde, müfredat, öğretmen eğitimleri, sendikalı öğretmenlere kınama cezaları; radyo, televizyon, dizi, film, sosyal medya içerikleri, gözaltılar vb. gibi toplumun insanlaşma mücadelesini başlamadan engellemek, başlamak isteyenlerin inancını ve motivasyonunu kırmak ve başlamış olanları da korku aracılığı ile yıldırmak baskı rejiminin bir unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Eleştirel görüş ve eylemler de bu sebeple ezenler tarafından gölgelenmek istenecektir zira “ezen, böylesi bir eleştirel müdahalenin kendi yararına olmayacağını gayet iyi bilir” (Freire, 2021, p.71). Böylesi sert ve yıkıcı müdahalelerin insanlar tarafından görülmeyeceğini düşünmek nahif bir biçimde egemen sınıfı küçümsemekten başka bir şey değildir. Egemen sınıf kendilerini böylesi bir canavar gibi göstermemek için güler yüzlü maskelerini takmayı ihmal etmezler. Zira onlar yardıma muhtaç insanlara bağış yaparlar. Bu bağışlar, para, gıda takviyesi, yakacak takviyesi gibi maddi; ya da taziye mesajı, çelenk gönderme, önemli isimlerin bizzat ziyareti gibi manevi destekler biçiminde de olabilir. Böylesi desteklerin yoksul halka yapılması zorunludur zira aksi takdirde yoksulluktan, açlıktan ve sefaletten öfkeli kalabalığın kontrolünü tamamen kaybetme riski gündeme gelmektedir. Açlıkla mücadele eden halka “sus payı” niteliğinde yapılan yardımlar, onların anlık olarak yaşadıkları sıkıntıların gidericisi olacaktır. Ancak yapısal olarak sorunların süregelmesi sorunlara yalnızca geçici çözümler üretecek ve başka bir zamana ötelenmesine sebep olacaktır. Bu yardımlar öylesine ince planlama ile hesaplanmıştır ki, yardıma muhtaç olan insanların sorunu çözmesine, bir daha tekrar etmeyecek şekilde sorunu kökünden kazımasına yarayacak desteklerin yapılmasından özellikle imtina edilmektedir.

Görsel Kaynak: Alamy

Böylesi bir uygulama ile ihtiyaç sahipleri onlara yardım edenlerin lütuflarına minnet ve şükran duyacaklar ancak içinde bulundukları krizlerin asıl sebebinin tam da onlara “sözde yardım” edenler olduğunu fark etmeyecekler bile. Böylece ezenler tekrar eden döngülerde ezilenler tarafından minnet ve sadakat duygusuyla beslenecek ve ezen-ezilen ilişkisi pekişerek sürdürülmeye devam edecektir. Ancak “gerçek cömertlik, sahte hayırseverliği besleyen nedenleri yok etme mücadelesinin ta kendisidir” (Freire, 2021, p63). Meydana gelen bir sorunu kökünden çözmekten itina ile kaçınıp, sorunu öteleyecek manipülasyon biçimleri sahte hayırseverlikten öteye geçemez. “Sahte hayırseverlik, korku içindekileri, boyun eğdirilmişleri, ‘hayatın reddedilmişlerini’, titrek ellerle avuç açmak zorunda bırakır. Gerçek cömertlik bu ellerin -ister bireylere ister halklara ait olsunlar- yardıma giderek daha az gerek duymasını, iş gören ve dünyayı dönüştüren insan elleri haline gelmesini sağlamaya
çalışmaktan geçer” (Freire, 2021, p.63).

İnsanlaşma mücadelesine katkı sağlamayan ve insanları sahte bir konfora sevk eden böylesi yardımlar, ezenlerin vicdanlarını rahatlatmasına yararken ezilenlerin hiçbir sorununun çözülmemesine sebep olur. Toplumsal meselelerde, insandışılaştırılmış halkların sorunlarına yaklaşırken, asıl odak noktası sorunun kökeni olmalı ve bu sorunu yaratan sistemsel yapılar hedef alınarak mücadele edilmelidir. Ancak, bunun yerine, sorunu kökünden çözmektense geçici, yüzeysel çözümlerle yetinmek, sorunun üstünü örtmek ve görünmez kılmak sadece bir çözüm yanılsaması yaratır. Evsizliğin nedenlerine inmeden, sokakta yaşayan insanlara battaniye verip bu durumu medyada “yardımseverlik” olarak lanse etmek bu yanılsamanın örneğidir. Aynı şekilde, yoksulluğun köküne inmeden, doğalgazdan yoksun ailelere kömür dağıtarak sorunu çözmek değil, sadece kısa vadeli bir rahatlama sağlamak ve gerçek meselelerin üzerini örtmek sahte hayırseverliktir (Akgül, 2024, p.687)

Praksis

“Baskının esaretinden kurtulmak için onun içinden ayağa kalkmak ve ona karşı çıkmak gerekir. Bu ancak praksis yoluyla yapılabilir: Dönüştürmek amacıya dünya üzerinde düşünmek ve eylemde bulunmak” (Freire, 2021, p.70). Praksisin özündeki böylesi bir dönüştürücü etki bireyin kendi sınıfsal konumunu tanıması ve kabul etmesiyle başlar. Özgürleştirici edim başkası-için-varlık olan ezilenleri, kendi-için-varlık yapacak ancak ezilen konumunu ezen konumuna dönüştürmeyecek eylemleri kapsar. Bir diğer deyişle, cansızlaştırıp yönetme tutkusuyla “ölü sevici” [2] tavırla nesneleşmeden, insanlaşma süreciyle bir özne olma edimidir. Praksis, daha kolay anlaşılması bakımından 3 başlıkta incelenebilir: (1) Farkına varma, (2) eyleme geçme, (3) edimler üzerine özdüşünüm.

(1) Farkına varma adımı, bireyin ezen-ezilen ilişkisinde tam olarak nerede konumlandığının farkında olması, eylem edimlerinin sonucu olarak amaçladığının ne olduğunu teorik zeminde bilmesi ve aynı zamanda alt-ezme döngülerinin yaratıcısı olup olmadığını anlayabilmesi ile başlar. Zira insanın kendi sınıfsal bilincini kaybetmesi ya da hiçbir zaman kazanmamış olması praksisi imkansız hale getirebilir. Örneğin, Türkiye’de çalışan ve “beyaz yaka” olarak sınıflandırılan işçilerin birçokları temiz ofis ortamında formal iş kıyafetleriyle kahvelerini yudumlayarak bilgisayar başında olmaklıktan dolayı kendilerinin işçi olduklarını kabul etmekte güçlük çekerler. Onlara göre işçi, madenlerde ya da inşaatlarda fiziksel güç gerektiren “pis” işlerde çalışan “mavi yaka” iş grubuna dahil olan insanlardır. Öyle ki, bu beyaz yaka işçilerin bir kısmı, kendilerini içinde bulundukları kurumun sahibi sandıkları bir komplekse dahi tutulmuşlardır. Böylesi işçiler, işçi olduklarını kabul etmez ve üzerlerinde taşıdıkları etiketin kendilerini markanın gerçek sahibi kıldığı yanılgısına kolayca kapılırlar. Üstelik yapılan araştırmalara göre mavi yakalı işçilerin ortalama maaşı ve her yıl maaşlarına yapılan zam oranlarının da beyaz yakalılara göre çok daha yüksek olmasına rağmen[3]. Son tahlilde beyaz yakalılar temiz gömleklerini giyerek düşük ücretlerde çalıştırılmaya mahkum edilmektedir. Böylesi bir sınıf bilincinin erozyonu, eyleme geçme güdüsünden yoksun olduğu için bireyin yaşadığı hayata muhtaç kalması ve koşulları değiştireceğine olan inancın silinip gitmesiyle sonuçlanacaktır. Öyle ki, varoluşu itibariyle sınıfsal konumunu bilmeyen kişi yaşayışında sürekli hissettiği o rahatsız ediciliği anlamlandıramayacak ve böylesi bir durumu değiştirmek için eyleme geçme adımının başlatıcısı olmayacaktır. Değişim ve dönüşüm için eyleme geçse dahi eylemleri, üzerinde yeterince düşünülmediğinden farkında dahi olunmadan baskıyı yaratan ezenlerin istediği ve izin verdiği biçim ve ölçüde gerçekleşecektir. Böylesi eylemler bireyin özneleşmesi yanılgısı yaratarak vicdan rahatlatıp yaşamına öylece devam etmesini sağlayacaktır. Öyle ki, her eyleyen praksis gerçekleştirmiş olmamaktadır zira praksis için düşünüm ve eylem özdeşleyim kurmalıdır.

(2) Eyleme geçme adımı praksis edimi için en önemli adımlardan biridir zira eylemek varoluşun bir öncülü olarak kendini gösterir. Jean-Paul Sartre’a göre “İnsanda –ama yalnız insanda– varoluş özden önce gelir. Bu demektir ki insan önce vardır; sonra şöyle ya da böyle olur. Çünkü o, özünü kendi yaratır. Nasıl mı? Şöyle: Dünyaya atılarak, orada acı çekerek, savaşarak yavaş yavaş kendini belirler. Bu belirlenme yolu hiç kapanmaz, her zaman açıktır” (2000, s.12). Bir diğer deyişle insan eylemleriyle kendiliğinin yaratıcısıdır. Böylesi bir eyleme ve kendileşme süreci, Freire’nin insanlaşma sürecine uygulanacak olursa; insandışılaşmanın ya da insandışılaşmaya zorlanmanın da birer doğal eylemler silsilesi sonucu gerçekleştiği göz önünde bulundurulduğunda, her eylemin mutlaka daha tam anlamıyla insan olmaya doğrudan katkısı olmadığı hatta kimi eylemlerin böylesi bir sürecin tam tersi sonuçlara yol açabileceği bile düşünülebilir. Her eylemin praksise dahil olmadığı göz önünde bulundurulursa eylemlerin dönüştürücü etkisi bu noktada etkili bir rol oynayacaktır. Zira Ezilenlerin Pedagojisi metnine başlarken Freire, asıl kaygısının insanlaşma olduğunu açıkça belirtmektedir. Eylemlerin dönüştürücü etkisi bireylerin daha tam anlamıyla insan olma sürecine katkı sağlayacak bir etkiye sahip olmalıdır. Böylesi eylemler kendinin ve bir başkasıyla zorunlu birliktelikten dolayı ötekilerinin insanlaşma mücadelesine katkı sağlayacak dönüştürücü edime sahip olmalıdır. Bu noktada eylemek
ve sonucunda özgürleşmek kişiye sorumluluk getireceği için konfor bozucu bir tavra da sahip olacaktır. “Ezenin imajını içselleştirerek ezenlerin ilkelerini benimsemiş haldeki ezilenler, özgürlükten korkar haldedirler” (Freire, 2021, p.65). Özgürlük korkusu özünde eylemlerin sorumluluğunu alma zorunluluğundan doğar zira eyleyen insan sonuçlarından doğrudan sorumlu olmaktadır ve vicdanını rahatlatmak için devlet adamları, kader, nazar vb. gibi vicdan rahatlatma araçlarından mahrum kalmaktadır. Özgürleşme sürecinden önce şikayetçi olduğu konuların doğrudan öznesi olmadığı için bir başkasının sırtına atılan sorumluluk onların da vicdanlarını rahatlatmasına ve pasifize olmuş bir biçimde ellerinden bir şey gelmediği hissiyle rahatlamasına sebep olmaktaydı. Ancak eyleyen ve insanlaşan birey artık olayların sonuçlarının doğrudan öznesi olacağı için böyle bir çıkış yolundan
mahrum kalacaktır. Eylemlerini, ezilenlerin özgürleşmesi ve daha tam anlamıyla insanlaşması mücadelesine adayacak birey “özgürleşme için örgütlü mücadeleye girdikleri zaman kendilerine inanmaya başlarlar” (Freire, 2021, p.84). Örgütlü mücadele içinde öteki ezilenlerle birlikte onların deneyimlerini doğrudan gözlemleme fırsatına sahip olduklarında Freire’nin tam da tüm süreç boyunca sürdürülmesini istediği diyalog sağlanmış olacaktır. “Diyalog yerine monoloğu, sloganları ve bildirileri geçirmek, ezilenleri evcilleştirme araçlarıyla özgürleştirmeye kalkışmak demektir. Ezilenleri, özgürleşme edimine kendi düşünsel katılımları olmaksızın özgürleştirmeye kalkışanlar, onlara yanan bir binadan kurtarılması gereken nesneler muamelesi yapmış olur” (Freire, 2021, p.84). Öyle ki, eylemek, ancak eylerken düşünümle diyalog sağlanarak daha bütünlüklü ve birbiri içine geçmiş iki edimi aynı anda gerçekleştirebilmek praksis olacaktır.

(3) Düşünce ile dil arasındaki bağlantıyı doğrudan açığa çıkaran Lev Vygotsky, düşünmenin ancak kelimelerle olduğunu ve yazma, okuma, konuşma gibi kelimelerin doğrudan angaje olduğu eylemlerin düşünceyi oluşturduğunu öne sürer. Öyle ki Vygotsky, düşüncenin yalnızca sözcüklerle ifade edilmediğini; onların aracılığıyla bizzat var olduğunu ileri sürer (Vygotsky, 1986). Düşünce ve dil arasındaki böylesi bir karşılıklı varoluşsal angajman pratikte düşünceyi diyalog aracılığıyla üretmek ve aktarmak anlamına da gelmektedir. Praksisin ilk adımındaki farkındalığa varmak bir düşünce silsilesi sonucunda gerçekleşeceği için daha tam anlamıyla insan olma mücadelesine duyulan ihtiyacın doğması için bilinçlenme süreci gerçekleşmek zorundadır. Bu bilinçlenme süreci praksisin (1) ve (3)’üncü adımlarının sürekli bir biçimde karşılıklı olarak birbirlerini etkileyen ve dönüştüren biçimde diyalektik oluşlarına gönderme yapar. Zira eyleyebilmek için düşünmek ve eyledikten sonra da edimlerine dair özdüşünüm yapmak hem eylem öncesi düşünceyi hem eylem sırasında deneyime dair düşünceyi hem de eylem sonrası edimlere dair düşünceyi aynı anda (sırayla ya da arka arkaya değil) değerlendirmeyi ve üzerine derinlemesine düşünmeyi gerektirir. Bu düşünümler kaçınılmaz bir biçimde birbiri ile iç içe ve zamansal bir gömülü olma halindedir. Öyle ki, eylemden önceki düşünce keskin sınırları olan ve tanımlara doğrudan karşılık veren bir durumda olmaktan oldukça uzaktır. Zira yalnızca eyleme geçmek bile bir düşüncenin değişime açık olduğunu kabulünü gerektirir, aksi taktirde eyleme geçilmek için bir motivasyon kalmayacaktır. Böylesi bir durumda eyleyen özne halihazırda düşüncelerin değişeceğinin ön kabulüyle edimlerine ulaşır. Eylerken deneyimledikleri de kaçınılmaz bir biçimde düşüncelerin değişmesine sebep olur. Benzer bir biçimde artık eylemin sürecinde değil bitiminde olan özne geçmişe dönük düşüncelerinin “şimdi-eyliyor” minvalinden “şimdi-artık-eylemiş” minvaline değiştireceği için varoluşsal modusunu büsbütün değiştirecek ve doğal olarak olaylara bakışı bambaşka bir hale gelecektir. Böylesi bir bakış açısı değişiminin deneyimlenmesi yalnızca praksis dahilinde gerçekleşen bir süreç değildir, insan her eyleminden sonra zorunlu olarak değişir. Ancak praksis burada değişimin ön kabulü ile hareket eden ve eylemlerinin teorik ön planının ardından bir özdüşünüm ile yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılar. Zira insanlaşma mücadelesi asla bitmez ve bitmeyen bir eylem sürekli bir yeniden düşünüme tabii tutulmalıdır. Böylesi bir düşünüm ezilenlere, ezilmenin bilincini katması bakımından daha da sıkıntı verici olacaktır. “Ezilenler gerçeklikle eleştirel olarak yüzleşmelidirler, aynı zamanda da bu gerçekliği nesneleştirmeli ve ona yönelik eylemde bulunmalıdırlar” (Freire, 2021, p.70). Gerçekliğin eleştirel bir tavırda ele alınması, benzer bir biçimde insanlaşan öznenin kendi eylemlerini de bir eleştiri unsuru haline getirmesini de gerektirir. Eleştiri eylem ve düşünce arasında kurulan özdeşleyimin diyalog aracılığı ile taşınmasını gerektirir. Zira yapılacak eleştiriler süreklidir ve karşılıklıdır. Ezilenlerin yanında olmak isteyen her kimse ezilenlerle birlikte ve onlarla karşılıklı olarak diyalog kurar ve böylesi bir sürecin dikte edilmesinden ve aşırı-öznelleşmesinden kaçınmış olur. Böylesi bir diyalog gerekliliği dönüştürücü etki için eylem-özdüşünüm ikircikliğinin arasındaki bağlayıcı unsurdur.

 

Praksis, baskıdan kurtulmak için dünyayı dönüştürme amacıyla düşünce ve eylemin diyalogla bir araya geldiği bir süreçtir. Kişi, kendi sınıfsal konumunun farkına vararak, özgürleştirici eylemlerde bulunur ve bu eylemlerle hem kendinin hem de başkalarının insanlaşmasına katkı sağlar. Bu süreç, farkındalık, eyleme geçme ve eylemler üzerine düşünmeyi içeren diyalektik bir ilerleyiştir ve bireyin özgürleşme mücadelesinde sorumluluk almasını gerektirir. Praksis, insanın düşünceyi ve eylemi bir araya getirerek dünyayı dönüştürme çabasıdır. Paulo Freire’ye göre, praksis baskının esaretinden kurtulmak için farkındalık kazanma, eyleme geçme ve bu eylemler üzerine sürekli düşünüm yapma aşamalarını içerir. İlk adım, bireyin kendi sınıfsal konumunu ve ezen-ezilen ilişkilerindeki yerini fark etmesiyle başlar. Bu farkındalık, kişiyi pasif kalmaktan kurtararak özgürleştirici bir eyleme yönlendirir. Ancak bu eylem sadece bireyin değil, aynı zamanda toplumun insanlaşmasına katkı sağlamak zorundadır. Freire, praksisin özgürlüğe götüren eylemlerin, sorumluluğu üstlenerek kolektif bir mücadeleyle gerçekleştiğini vurgular. Eylemler sadece bireyin kendisi için değil, başkaları için de dönüştürücü olmalıdır. Ayrıca, bu süreç sadece eyleme geçmekle kalmaz, her eylemin ardından gelen bir özdüşünüm ve eleştirel analiz gerektirir. Böylece praksis, sürekli kendini yenileyen, bireyin ve toplumun insanlaşmasını sağlayan bir devinim haline gelir.

Paulo Freire Öğrencilerle

Kaynakça
Akgül, S. (2024). Tutunuş, ya da insan varoluşunun kronikleri [Henüz yayımlanmamış eser].
Freire, P. (2023). Ezilenlerin pedagojisi: 50. yıl özel basımı (D. Hattatoğlu ve E. Özbek, Çev.;
23. baskı). Ayrıntı Yayınları.
Locke, J. (1693). Some thoughts concerning education. In Preface.
Sartre, J.-P. (2000). Varoluşçuluk (A. Bezirci, Trans.; Vol. 1). Say Yayınları.
Vygotsky, L. S. (1986). Thought and language (A. Kozulin, Trans.). MIT Press. (Original
work published 1934)

[1] Boş levha (tabula rasa), İngiliz filozof John Locke tarafından, yalnızca insanların zihinsel
yapısını ve dünya ile angajmanına değinen bir fikir olmaktan çok daha öteye geçecek
biçimde tartışılmıştır. Zira Locke’a göre dünyaya “tabula rasa” olarak gelen çocukların boş
zihinleri dünyada bulunma sürecinde dolacaksa, doldurulan bilgiler her zaman en kaliteli
bilgiler olmalıdır ve bu kaliteli bilgiler ancak ve ancak eğitim yoluyla verilebilir. “Eğitim, o
boşluğu bilgi ve ahlakla doldurmaya yardımcı olmak anlamına geliyordu” (John Locke,
1693, Preface).
[2] Ölü sevici ya da nekrofili, Freire’nin metne başlarken daha tam anlamıyla insan olma,
ya da “insanlaşma” olarak ifade ettiğimiz özneleşme ediminden yola çıkarak daha iyi
anlaşılabilir. Zira ölü sevici, canlı olmayan nesnelere mekanik bir ilgi ve sevgi
beslemesinden kaynaklı böylesi bir sıfata layık olur. Ölü sevici, canlı özneler olan insanı,
cansız şeylere dönüştürme ve onları birer meta olarak kabul etme güdüsü ile onlara sahip
olmak ister. Sahip olmak nesnelerin üzerinde kurulan aidiyet duygusuyla, özneler üzerinde
onları nesneleştirme tavrı arasında sorunlu bir bağ oluşturur.
[3] Bureau of Labor Statistics’e (Levanon, 2018) göre, 2014 yılından itibaren mavi yakalı
işlerin ücret artışında önemli bir hızlanma gözlenirken, beyaz yakalı işlerin ücret artışı
neredeyse %1’i aşmayan bir ortalamada kalmaktadır. Buna rağmen, devlet öyle
demagojik bir kampanya yürütmektedir ki, beyaz yakalı çalışanların ofislerde çalışarak,
düzgün giyinerek ve kirli işlerden kaçınarak sosyal hiyerarşide daha yüksek bir statüye
sahip olduklarını düşündürmektedir. Bu durum, beyaz yakalıların mavi yakalıları ezilenler
olarak görmeleriyle sonuçlanmaktadır.

Görsel Kaynak: https://www.alamy.com/education-disparity-concept-icon-educational-inequality-idea-thin-line-illustration-school-funding-student-loan-financial-aid-paid-education-vec-image340611081.html

Görsel Kaynak: https://www.alamy.com/stock-photo-girl-deprived-of-education-94928798.html

Süleyman Akgül
Süleyman Akgül
(Boğaziçi Üniversitesi Fizik Öğretmenliği Bölümü mezunu. Yüksek lisansını University College London'da Philosophy of Education alanında tamamladı.) Lisansımı Boğaziçi Üniversitesi’nde Fizik Öğretmenliği üzerine aldım. Aynı zaman İstanbul Üniversitesi Açıköğretimden Felsefe bölümü okudum. Daha sonrasında da University College London’da Philosophy of Education alanında yüksek lisansımı bitirdim. Yüksek lisansımı, fenomenoloji, varoluşçuluk ve eleştirel pedagoji üzerine yaptım. 2 seneyi aşkın İngilizce dersleri veriyorum. Geçtiğimiz sene Harris İnvictus Academy’de 7-8-9-10-11-12-13. sınıflara Science ve Physics dersleri verdim. Bunun dışında da Ukrayna Kiev’de ve Polonya Gdansk’ta gönüllü olarak fizik, kozmoloji ve İngilizce dersleri verdim.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

En Çok Okunanlar

Yazar Olmak İstiyorum

Yeni ve güçlü akademik kadromuzla yayın hayatına başlayan Republica, Sosyoloji, Felsefe, Tarih ve Politika alanlarında kalemini konuşturmak isteyen yazarlara kapılarını açıyor!

İlgini Çekebilir
SOCIUS

Neoliberalizmin Temel Argümanlarını Yeniden Düşünmek: Hayek’in İnsan ve Toplum Tasarısı Gölgesinde Günümüz Toplumu

Bu yazıda Hayek’in ünlü Bilginin Toplumda Kullanımı makalesinin bilgiye...

Kadın ve Cinsel Mitler: Yanlış İnanışların Gölgesinde

Cinsellik, insan yaşamının doğal ve vazgeçilmez bir parçasıdır. Merak...

Tarih Felsefesi ve Metodoloji: Tarihselcilik Nedir?

Bir düşünme biçimi olarak ilk kez Wilhelm Dilthey (1833-1911)...

Emek ve Kimlik Sömürüsü: Karl Marx ve Jacques Rancière’den Hareketle Faşizmi Politikadan Atmak

Emek sömürüsü, işçi sınıfının üretimdeki merkezi rolünü görünmez kılarak...