Din felsefesi tarihinde, yirminci yüzyıl içerisinde yapılan çalışmalara bakıldığında, çok fazla çeşitliliğin olduğu söylenebilir. Bu yüzyılın genel bir çerçevesini çıkardığımızda, alan içerisinde büyük filozoflar tarafından büyük tartışmaların yürütüldüğü aşikardır. Örneğin İngilizce konuşulan dünyada, F. H. Bradley ve J. McTaggart gibi isimler, din felsefesinde oldukça etkili olan idealist sistemler ortaya koymuştur.[1] McTaggart ateist olmasına rağmen, ruhların ölümsüz olduğunu ve bir sevgi topluluğuna mahkum olduğumuzu savunurken, Bradley’nin çalışmaları ise yoğunlukla monizm üzerinedir. Bu isimler dışında, İlahi bir valıktan yana tavır koyan pek çok filozofun ismini verebilmemiz mümkündür. Bunlar, William James, Henri Bergson, Alfred North Whitehead ve Charles Hartshorne, Max Scheler, Martin Buber, Jacques Maritain, Karl Jaspers, Karl Barth, William P. Alston, Alvin Plantinga ve Richard Swinburne gibi isimlerle birlikte, James Baillie, Nikolai Berdyaev, C. A. Campbell, A. C. Ewing, H. H. Farmer, Austin Farrer, Etienne Gilson, C. E. M. Joad, E. L. Mascal, H. H. Price, Hastings Rashdall, William Sorley, John Smith, A. E. Taylor, William Temple ve F. R. Tennant, Marilyn McCord Adams, Robert Merrihew Adams, William Lane Craig, Alan Donagan, William Hasker, Brian Hebblethwaite, Norman Kretzmann, John Lucas, George Mavrodes, Basil Mitchell, Philip L. Quinn, James Ross, Eleonore Stump, Charles Taylor, William Wainwright, Merold Westphal, Nicholas Wolferstorff ve Linda Zagzebski’dir.
Natüralist bir pozisyon benimseyerek, karşı kampta öne çıkan filozoflar arasında ise Bertrand Russell, A. J. Ayer, Rudolf Carnap, Antony Flew (hayatının büyük bir bölümünü), Brand Blanshard, C. J. Ducasse, J. L. Mackie, H. J. McCloskey, Kai Nielsen, Paul Draper, Nicholas Everitt, Richard M. Gale, Adolf Grünbaum, Anthony Kenny, Quentin Smith, Michael Martin, Graham Oppy, William Rowe, J. J. C. Smart ve J. H. Sobel gibi isimler yer almaktadır.
Teistik ve teizm karşıtı çalışmalar arasındaki çatışma, 1950’lerden 1960’lara kadar dini inancın anlamıyla ilgiliyken, pozitivizmin gerileyişi, çalışmaların yönünü, makul dini inanç için koşullara (dini inancın rasyonel olması için ne kadar kanıt gereklidir?), ilahi niteliklerin tutarlılığına ve karakterine ve kötülükten gelen argümanlardan dini deneyimden gelen argümanlara ve kozmosun rastlantısallığına kadar genişletmiştir. İlahi nitelikler hakkındaki tartışmalar, pozitivizmin gerileyişinden bu yana çok zengin tartışmaları beraberinde getirmiştir. İlahi iyilik veya mükemmellik, her şeye kadirlik, her şeyi bilme, özgürlük, sonsuzluk, zorunluluk, her yerde bulunma, cisimsizlik, ahlaki otorite ve ibadete layık olma arasındaki tutarlılık ve karşılıklı ilişkiyi incelemek için önemli felsefi çalışmalar yapılmıştır. Tanrı’nın sonsuzluğu hakkındaki tartışmalar, zaman üzerine metafizikteki çalışmalardan, her şeyi bilme hakkındaki tartışmalar ise çağdaş epistemolojiden bolca yararlanmıştır. Tanrı kavramı üzerine yapılan çalışmalar, doğal olarak Tanrı’nın varlığı veya yokluğu ve Tanrı’nın varlığının insan değerleri ve uygulamaları üzerindeki etkileri hakkındaki argümanların modifiye edilmesine yardımcı olmuştur.[2]
Bununla birlikte, ilahi nitelikler üzerine yapılan çalışmalar, özellikle ontolojik argüman üzerine yapılan çalışmaları zenginleştirmiştir. Pozitivizmin gerileyişinden bu yana ontolojik argümanın literatürdeki yeri dikkat çekicidir. En çok tartışılan teistik argümanlardan dördü, olumsallık argümanları (veya kozmolojik argümanlar), teleolojik argümanlar, ahlak argümanları ve dini tecrübeden gelen argümanlarıdır. Bu argümanların ikna edici savunmalarının ve yeniden formüle edilmesinin geliştirilmesi ve bu argümanlara yöneltilen güçlü eleştiriler, Aydınlanma’nın (daha spesifik olarak David Hume ve Immanuel Kant) felsefi teolojiye son verdiği fikrini yanlışlamıştır.

Teistik tartışmaların canlılığına dair iki işaret, referans kitaplarında ve felsefenin diğer alt alanlarında görülebilir. Örneğin Paul Edwards’ın editörlüğünde 1967 yılında yayınlanan Felsefe Ansiklopedisi’nin ilk baskısından 2005 yılında yayınlanan ikinci baskısına doğru dikkat çekici bir değişim yaşanmıştır. Edwards, Ansiklopediyi Hume, Voltaire ve Denis Diderot’nun çalışmalarına uygun olarak, yani amansız eleştirilerle, dini konuları ele almak üzere tasarlarken, ikinci baskıda, din felsefesinin hemen hemen tüm alanlarında hem eleştirel hem de yapıcı açıklamalara doğru bir değişim yaşanmıştır. Din felsefesi editörü Quinn, eleştirel ama felsefi olarak ilgi çekici bir ortamda, natüralizmi, teizmi ve teistik olmayan dinleri temsil eden çok daha kapsamlı bir cilt yayınlamıştır. Bir başka örnekte aynı titizlik, Routledge tarafından yayınlanan ve Eleonore Stump’ın din felsefesi editörü olarak çalıştığı çok ciltli Felsefe Ansiklopedisi’nde gösterilmiştir. Bir başka örnek, üretilen iş miktarı hakkında bir fikir edinmek için verilebilir. Örneğin Barry Whitney’in 1960’tan 1991’e kadar Felsefe Dokümantasyon Merkezi tarafından yayınlanan kötülük sorununa ilişkin açıklamalı bibliyografyasında dört binden fazla madde bulunmaktadır.[3]
Yirminci yüzyıl din felsefesinde önemli ilgi gören geçmişin başlıca filozofları arasında şunlar yer alır: Boethius, İbn Sina, Gazzali, İbn Rüşd, John Duns Scotus, William Ockham, René Descartes, Blaise Pascal, John Locke, Gottfried Wilhelm Leibniz, Hume, Kant, G. W. F. Hegel ve Søren Kierkegaard. Natüralizm ile teizm arasındaki tartışmada önemli bir endişe, bilim ile din arasındaki ilişki olmuştur. Özellike on dokuzuncu yüzyılla birlikte, bir yandan dini ve bilimi uzlaştırıcı, tamamlayıcı terimlerle gören William Whewell gibi önde gelen tarihçiler diğer yandan ise John William Draper ve Andrew Dickson White gibi bilimi ve dini ölümcül bir mücadele alanı olarak yorumlayan iki baskın pozisyon vardır. Her iki düşünce okulunun da yirminci yüzyıl boyunca bolca temsilcisi vardır: E. A. Burtt, Whitehead, Ernan McMullin, Ian Barber, Charles Gillispie, John Greene ve Alexander Koyré Richard Dawkins, E. O. Wilson ve Daniel Dennett gibi isimler bunlar arasında yer alır.
Bilim ve dinin bir şekilde çatıştığı konusundaki genel tartışmaların dışında, genellikle natüralizm biçimleri olarak tanımlanan farklı yaklaşımlarda ortaya konulmuştur. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde bu tartışmalar, genellikle bilincin materyalist bir açıklamasının olasılıklarına odaklanmıştır. Örneğin Flew, teizmin anlaşılırlığını zihnin düalist, indirgeyici olmayan bir açıklamasının anlaşılırlığıyla karşılaştırmıştır. Gilbert Ryle’ın düalizm eleştirileri, Tanrı’nın kozmosta yalnızca bir hayalet (ve dolayısıyla yalnızca bir batıl inanç nesnesi) olduğunu iddia etmek için kullanılmıştır.[4] Bu pozisyona karşı teistik savunmalar, sıklıkla materyalist indirgemeciliğe yönelik eleştirilerle ilişkilendirilmiştir. Teizm ile zihin felsefesi arasındaki bu bağ, İkinci Dünya Savaşı sonrası analitik din felsefesinin en önemli eserlerinden biri olan Plantinga’nın Tanrı ve Diğer Zihinler’inde (1967) açıkça görülmektedir.
Bu yüzyılda, teizm ile natüralizm arasındaki tartışmalar, genellikle fenomenlerin iyi bir açıklamasını neyin sağladığıyla ilgilidir. Bu konuda tatüralistler iki kampa bölünmüştür. Bunlar ya teleolojik açıklamaları kabul edip bunları ortaya çıkan yeni fenomenler olarak ele almak ya da teleolojiyi amaçsız güçler açısından açıklamaktan ileri gelir. Bunlardan ilki, natüralist bir evrenin nasıl radikal olarak yeni yaşam ve değer türleri üretebileceğini açıklama, ikincisi ise insan faaliyetlerine yönelik sağduyulu bir yaklaşım gibi görünen şeyi çürütme zorluğuyla karşı karşıya kalmıştır. Natüralizm, görünürdeki teleolojiyi açıklamakta güçlüklerle karşılaşırken, teizminin karşılaştığı en büyük zorluk ise kötülük problemi olmuştur. En mükemmel (veya daha mütevazı bir şekilde, tamamen iyi) bir Tanrı’nın mümkün olan en iyi dünyayı yaratıp yaratamayacağı veya yaratması gerekip gerekmediği konusundaki son çalışmalar Leibniz’e kadar dayanırken, özgürlüğe ve daha büyük iyiliklere başvurmanın kökenleri ise Stoacı felsefelere kadar dayanır. Özellikle on dokuzuncu yüzyılda daha fazla önem kazanan Darwinci evrim, teistler için doğanın acımasızlığını açıklamakta bariz bir zorluk yaratmıştır.[5]
Din felsefesine katkıda bulunan diğer isimlerin çalışmalarına baktığımızda, alanın analitik kavramsal analizden veya klasik metafizikteki tartışmalardan çok daha fazlasını içerdiğini açıkça görebiliriz. Örneğin, alanı Richard Swinburne ve John Mackie gibi filozoflarla sınırlı olarak görürsek, bu alanın heyecan verici ve önemli bir ilerleme göstermiş olduğunu söyleyebiliriz (argümanların netliği, gücü ve kapsamı zamanla artmıştır). Ancak Simone Weil, Derrida veya Levinas’a döndüğümüzde, teori ve gözlemi, tarih ve etiği, politika ve duyguyu birleştiren farklı metodolojilerle karşı karşıya kalırız. Bu husus, özellikle Pamela Sue Anderson ve Sarah Coakley gibi feminist din felsefecileri içinde geçerlidir.
Bu açıdan bakıldığında, kıta felsefesi (çoğunlukla yüzyılın ortasında fenomenolojiyi ve ardından varoluşçuluğu, yapısalcılığı ve post-yapısalcılığı kullanan Alman ve Fransız filozoflar) ile analitik din felsefesi (kavramsal analize yer veren) arasındaki genel bir ayrımın yanı sıra, dini inançları metafiziksel olarak doğru veya yanlış olarak ele alan filozoflar ile metafiziği reddedip bunun yerine dini bağlamlara yoğunlaşan filozoflar arasında bir ayrım olduğunu söylememiz gerekir. Zira dini inançların içeriğinin gerçeklikle uyuşup uyuşmadığına bağlı olarak doğru veya yanlış olduğuna ikna oldukları için geleneksel olarak “realist” kabul edilen isimler olduğu gibi, dini inançları herhangi bir bilişsel içerikten yoksun olarak ele alan ve “non-realist” olarak etiketlenen isimler de mevcuttur. Örneğin R. M. Hare ve Richard Braithwaite gibi isimler, dini inancı, var olanlarla ilgili iddialarla alakalı olmayan tutumlar (ne doğru ne de yanlış) veya etik uygulamalar açısından yorumlamıştır. Bir başka dikkat çekici isim ise ünlü Wittgensteincı din felsefecisi D. Z. Phillips’tir. Phillips, 1960’ların ortalarından 2006’daki ölümüne kadar, çağdaş din felsefecileri tarafından uygulanan realist metafiziğin, dinin anlamının yanlış anlaşılmasının bir sonucu olduğunu savunmuştur. Phillips ve Rush Rhees, Peter Winch ve diğerleri için, teizmin, natüralizmin veya idealizmin doğru olup olmadığı konusunda felsefi tartışmalara girmek, dinin tüm amacını kaçırmaktır.[6] Phillips, bir bakıma, filozofların Tanrısı ile İbrahim, İshak ve Yakup’un Tanrısı arasında bir bölünme olup olmadığı konusundaki eski tartışmayı yeniden alevlendirmiştir.

Yirminci yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde din felsefesi, geçmişe göre çok daha büyük bir tarih bilinci geliştirmiştir. Alasdair MacIntyre, Hans-Georg Gadamer, Charles Taylor ve diğerlerinin çalışmalarından etkilenen filozoflar, yirminci yüzyılın sonunda, felsefi teorilerin ve argümanların tarihsel olarak yerleşik bağlamının daha fazla farkına varmıştır. Bu nedenle, fikirlerin, ekonomi, siyaset, cinsiyet vb. tarafından şekillendirilme şekline karşı daha büyük bir duyarlılık yaşanmıştır. Din felsefecileri, 1970’li yıllara gelindiğinde ise dini bir dünya görüşünün değerlendirilmesinin, tek bir argümanı değerlendirmekten ibaret olup olmadığı üzerinde durmuş ve kanıtsal destek sunan geniş nedensel ağların kapsamını irdelemiştir. Din hakkındaki bu kapsamlı bakış açısı, yirminci yüzyılın son yarısında bilim felsefesindeki bir hareketle örtüşmektedir. Nitekim Ayer gibi birçok filozof, dini inançları (ve ahlaki inançları) deneysel doğrulama gerektirmediği için bilişsel olmayan şeyler olarak görürken, 1950’li yıllarda Carl Hempel, ifadelerin anlamının, bu tür ifadelerin yapıldığı çerçevenin kapsamlı bir şekilde anlaşılması ışığında belirlenmesi gerektiğini güçlü bir şekilde savunmuştur.[7]

1970’li yıllardan bu yana din felsefesi, dini çeşitliliğe yönelik artan bir ilgiye tanıklık etmiştir. Din felsefesi, Hindu, Brahman vahiy, reenkarnasyon, karma, Budist benlik görüşleri, Budist epistemolojisi, Taoizm, Afrika din felsefesi vb. kavramlarla brilikte zenginleşmiş ve başta Ninian Smart ve John Hick olmak üzere bazı filozoflar bu çeşitliliği savunmuştur. Dini geleneklerin çoğulluğunu ciddiye almak, dini epistemoloji ve siyaset felsefesinde kapsamlı çalışmalara yol açmıştır. Plantinga ve Nicholas Wolterstorff tarafından ortaya konulan “reformcu epistemoloji” adlı büyük bir girişim, dini inançların açık kanıtsal gerekçelendirme gerektirdiği önerisine karşı çıkmıştır. Dini inançlar, Tanrı tarafından veya Tanrı’nın yaratımı yoluyla üretilen temel inançlar olarak haklı bir şekilde gösterilmeye çalışılmış ve reformcu epistemoloji üzerine yürütülen tartışmalar, sıklıkla dini çoğulculukla ilgili problemlerle çerçevelenmiştir. Siyaset felsefesinde ise Rawls, Thomas Nagel ve Robert Audi gibi isimler, seküler değerlerin önceliğini savunurken, Wolterstorff, Quinn ve Robert Adams, belirli dini değerlere izin verecek daha çoğulcu bir yaklaşımı ön plana çıkartmıştır.[8]

Yirminci yüzyılda din felsefesinin tek bir düşünce okulu tarafından yönetildiği kısa dönemler de olmuştur. Kısa bir süre için Ludwig Wittgenstein, Cambridge ve Oxford’a hakim olmuştur. Bir dönem, mantıksal pozitivistler, din felsefesinde baskın ve eşsiz bir paradigma olarak görülmüştür. Farklı hareketler, rekabet eden argümanların gelgitleri, bazı filozoflara tüm girişimler hakkında şüpheci olmaları için sebepler vermiştir. Farklı metodolojilerin, sonuçların ve araştırma konularının ardındaki nedenler oldukça karmaşıktır. Zira din felsefesindeki herhangi bir proje, nadiren tek bir argümana veya deneyime dayanırken, yirminci yüzyıl din felsefesi çalışmaları, birden fazla yöntemin olanaklılığna imkan vermiştir.
Kaynakça
Barry L. Whitney, Theodicy: An Annotated Bibliography on the Problem of Evil 1960-1990, (New York and London: Garland Publishing, 1993).
Charles Taliaferro, “Introduction”, Twentieth-Century Philosophy of Religion The History of Western Philosophy of Religion içinde, Volume 5, Graham Oppy & N. N. Trakakis, (New York: Routledge, 2013).
”Gilbert Ryle”, https://plato.stanford.edu/entries/ryle/ (Erişlim: 1. 11. 2024).
Law, “Antony Flew on Religious Language”, Think, 2023;22(65).
L. Patterson, ”McTaggart’s Contribution to the Philosophy of Religion”, Philosophy, 1931;6.
J. Mander, “Bradley’s Philosophy of Religion”, Religious Studies, Vol. 31, No. 3 (1995).
Nielsen, “Wittgensteinian Fideism”, Philosophy, 1967;42(161).
Dipnotlar