Akademide Kadın Olmak: Jane Kathryn’in Çarpıcı Hikayesi

Tarih:

Biz bu dünyanın yarısıyız. Kadınları denklemden çıkarırsak, elimizde topallayan bir medeniyetin hayatta kalma çabası kalır. Buna rağmen bütün oyunlar kadınlar üzerinden oynanır. Kadın-erkek eşitsizliği ve buna bağlı olarak gelişen taciz olayları, internet ortamından akademik camiaya kadar yıllardır tartışılır.

Tacizi “Üzerinde ne vardı?” sorularıyla hafifletmeye çalışanlar ile cinsiyet eşitsizliğini “Kadınlar da erkekler kadar güçlü değil ama…”cılar kıyasıya yarışır. Yine de Latif Aydemir’in “Öldüren kadar ölenler de suçludur.” ifadesi at başı yarışı kazanır.

Peki, bu sorunlar “alt sınıf” problemleri mi? Prestijli unvanlar veya yüksek akademik başarılar bu sorunlardan uzaklaşmamızı sağlar mı? Ya da bazen de “Yok canım, daha neler!” diyerek kafamızdan çıkan baloncuklara iğne batırıyor olabilir miyiz?

Bu sorunun cevabını bulmak için, cinsiyet eşitsizliği ve tacizle mücadele ederken akademide varlığını sürdürebilen birkaç kadından biri olan Jane Kathryn Willenbring’in hikâyesine bakmak aydınlatıcı olacaktır.Jane Kathryn Willenbring, geomorfóloga - Mujeres con ciencia

Jane Kathryn Willenbring

Willenbring, Stanford Üniversitesi’nde doçent jeolog ve alanında öncü isimlerden. Ulusal Bilim Vakfı Kariyer Ödülü ve Antarktika Hizmet Madalyası gibi birçok ödüle sahip. Özellikle Antarktika Hizmet Madalyası’na dikkat çekmek istiyorum. Öyle ya, Antarktika, kum yerine buzları olan bir çöl… Bu madalyaya layık görüldüğüne göre zor şartlarda çalışmış olmalı. Peki, bu zor şartlar birlikte çalıştığı erkek akademisyenlerle aynı zor şartlar mıydı? Yoksa kadın olduğu için el üstünde mi tutulmuştu? Nihayetinde orası Antarktika ve kadınlar da biraz kırılgan…

17 sene susan başarılı akademisyen, kendisini laboratuvar ekipmanlarıyla görünce gözleri parlayan 3 yaşındaki kızı, “Anneciğim, ben de senin gibi bilim insanı olmak istiyorum!” dediğinde artık susmaması gerektiğini anladı. Biliyordu ki kendisi susarsa, kızı da susmak zorunda kalacaktı. O gece üniversiteye şikâyet mektubunu yazdı ve hikâyesini anlattı.

Jane Willenbring, akademik kariyerinin erken dönemlerinde David Marchant ile çalıştı. David, alanında çok önemli bir akademisyendi, hatta bir buzula David’in adı bile verilmişti. Önemli projelerde çalışıyordu, ünlüydü ve Boston Üniversitesi’ne de iyi para getiriyordu.

Aralık ayının başlarında, David, David’in erkek kardeşi, Adam (yüksek lisans öğrencisi) ve Jane, kutup bölgesine ulaştıklarında Jane’in aklındaki tek şey “Hayallerim gerçek oldu!” düşüncesiydi. Ama hiçliğin ortasında, David’i yargılayacak hiçbir göz ortada yokken, hayallerin kâbusa dönüşmesi çok da uzun sürmedi.

David’in sansürü birden ortadan kalkıvermişti. O zamanlar Cumartesi geceleri yayınlanan bir “skeç”e (artık nasıl bir güldürü şekli ise) atıfta bulunarak Jane’i “cahil sürtük” diye çağırmaya başladı. Tabii ki hitaplardaki naifliğin dozu her seferinde biraz daha azaldı. Konu bilimin dışına çoktan çıkmış, Jane’in hangi erkekle ne kadar yakıştığı konuşulur olmuştu. Tabii, kişisel bütünlüğe (personal integrity), yani dürüst olma kalitesinden, güçlü, ahlaki ve etik değerlere tutarlı şekilde bağlılık göstermekten bu kadar yoksun birinin burada durmayacağını tahmin edersiniz.

İşler öyle bir noktaya gelmişti ki, Jane her tuvalete gittiğinde Dave ona taş atmaya başlamıştı. Önce küçük taşlar, sonra büyük taşlar… Sanki Jane’in kırılma noktasını bulmaya çalışıyordu. Ama Jane, kaya gibi sağlam görünüyordu.

Jane bu noktada su içmeyi bıraktı; böylece tuvalete gitmek zorunda kalmayacaktı. Tabii sonuçlarına katlanması uzun sürmedi ve idrarında kan gelmeye başladı. Doktor Jane Willenbring’in mesane sorunlarının hayatı boyunca düzelmedi.

Yine de ortalığı karıştırmadı, umursamıyormuş gibi davrandı; sadece Antarktika günlerinin bitmesini bekliyordu. Kariyeri Dave’in elindeydi ve en iyi kriz yönetiminin susmak ve “daha sonra” bir şeyler yapmak olduğuna karar verdi.

Tabii saha çalışmaları da bir yandan devam ediyordu. Herkes kül bulmaya çalışıyordu. Bu küller tarihlendirilebildiği için Antarktika’da kül bulabilmek harikaydı. Dave, elindeki küçük kürekte kristallerle karışık kül tutuyordu. Jane’i bir göz atması için yanına çağırdı. Küllerin içindeki kristalleri görebilmek için Jane eğildiği anda Dave, küle var gücüyle üfledi. Tüm küçük, keskin cam kırıkları Jane’in gözlerine doldu. Jane acı içinde kıvranırken, Dave omuz silkti ve “Sanki bu biraz fazla oldu,” dedi ve gitti.

Başka bir çalışma gününde ise Dave, Jane’i sırt çantasından tutarak yamaçtan aşağı itti. Jane, yamacın eteklerinde kendi kendine sessizce oturdu ve ağladı. Sonra tırmanmaya devam etti.

Dave’in fiziksel tacizleri bitmiyor, Jane’in aklıyla oynuyordu. Ona gerizekâlı olduğunu, asla bilim yapamayacağını söylüyor, Jane’in yeterliliğini Jane’e sorgulatıyordu!
Jane, verebileceği en kötü kararlardan birini verdi: Sessiz kalmak, olanları görmezden gelmek ve sonrasına bir şeyler bırakmak… Sonrası için de pek bir fikri yoktu. Dave, Jane’in hocasıydı, büyük bir nüfuzu vardı ve Jane’in akademideki geleceği Dave’in ellerindeydi.

Jane, 17 yıl aradan sonra, üniversitede öğretim üyesi kadrosunu aldıktan sonra olayları yazmaya ve Boston Üniversitesi’ne şikâyet etmeye karar verdi. Bu kararında küçük kızının payı da büyüktü.

Kendi şikâyetini yazdı ve 17 yıl önce Antarktika’ya birlikte gittikleri Adam’a bir e-posta gönderdi: “Dave Marchant ile ilgili şikâyet yazısı yazdım. Sen de yazmak ister misin?”
Adam’ın cevabı dikkate değerdi: “Hep olanlardan dolayı suçluluk duydum. Seve seve yazarım.”

Bu noktada Adam’i Antartika’da olmasına rağmen neden müdahale etmediğini konusunda suçlayabilirim. Ama bu çok duygusal ve gerçeklerden uzak bir yaklaşım olurdu. Her şeye rağmen Jane taş gibi sağlam duruyordu. Adam’a göre Jane altindan kalkmiş gibi görünüyordu. Ayrıca Adam’la konuşmamıştı, ve yardım istememişti.

Adam kendini şu ifadelerle anlatıyor: “Olanları görüyordum, Dave pislik yapıyordu ama Jane umursamıyormuş gibi görünüyordu. Nasıl bu kadar sağlam durduğuna şaşırıyordum.”  ve konuşmasına şöyle devam ediyor: “Akademik hayatımda benim hiç karşılaşmadığım sorunlarla kadın akademisyenlerin karşılaştığına yıllar boyunca şahit oldum.”

Daha yakın yıllarda, ismini açıklamak istemeyen başka bir kadın akademisyen ise Jane’in anlattıklarını doğrulayarak, David’in tacizlerine kendisinin de maruz kaldığını ifade etti. Yani Dave, Jane’den sonra da kadın öğrencilerini sistematik olarak taciz etmeyi sürdürmüştü.  Belli ki  Jane ilk değildi son da olmamisti.

Yillar sonra da olsa Jane çok büyük bir adım atmıştı ve Adam korkmadan ona destek olmuştu. Sonraki yillarda da Adam bu destegini kadin arkadaslari uzerinden hic cekmedi.

Yıllar sonra da olsa Jane çok büyük bir adım atmıştı ve Adam korkmadan ona destek olmuştu. Sonraki yıllarda da Adam, bu desteğini kadın arkadaşları üzerinden hiç çekmedi.Sexual Harassment on Campus, at Work and in STEM Research – Nova Science Publishers

2018 yılında Ulusal Bilim, Tıp ve Mühendislik Akademileri, STEM alanında cinsel taciz raporunu yayımladı. Bu rapora göre, akademideki kadınların en az %50’si cinsel tacize maruz kalıyordu. Yıllar içinde bu oran maalesef pek değişmedi. [1]

2014 yılında PLOS ONE’da yayımlanan ve Science dergisi tarafından ele alınan bir çevrimiçi ankette, 512 kadın katılımcının %71’i saha çalışmaları sırasında cinsel tacize uğradıklarını bildirdi; bunların %84’ü stajyerdi. [2]

Sosyal psikolog Dr. Corinne Moss-Racusin’in araştırmasına göre, STEM alanındaki kadınlar değerlendirilen her konuda erkeklerden daha aşağı olarak değerlendiriliyordu. Araştırmanın sonuçları çarpıcıydı: Erkeklerle birebir aynı özgeçmişe sahip kadınlar; yetkinlikte daha düşük puan almış, laboratuvar müdürü olma ve danışmanlık yapma ihtimalleri daha düşük bulunmuş ve başlangıç maaşları da erkeklere kıyasla yaklaşık beş bin dolar daha az belirlenmişti. Buradaki tek fark, cinsiyetleriydi. Burada açıkça ölçülen şey, cinsiyet yanlılığıydı.

2015 yılından beri akademideki cinsel taciz olaylarını haber yapan Azeer Ghorayshi, röportaj yaptığı bilim kadınlarının çoğunun akademiden ayrılmış olduğunu vurguluyordu. Lisans eğitiminde kadın ve erkek öğrenci sayısı eşitken, kademeler yükseldikçe elekten elenenlerin çoğu bir şekilde kadınlar oluyordu.

Dr. Jane’in Boston Üniversitesi’ne yaptığı yazılı şikâyet, 13 ay sonra yanıt buldu ve David hakkında soruşturma tamamlandı. Mütevelli heyetinin raporuna göre, fiziksel saldırıya dair kanıt bulunamamıştı. Sözlü tacizleri için ise David’in 3 yıl izin alarak ayrılması ve ardından fakülteye geri dönmesi tavsiye edildi.

Rektör Bob Brown, mütevelli heyetinin kararına uymayarak David’in işine son verdi. Neydi Bob Brown’u heyete karşı dimdik tutan? Bu da ayrı bir yazının konusu olsun.

Bizleri akademide tutanın, teklifleri “kibarca” reddetmemiz olduğunu biliyor ve hissediyoruz. Histerik kadın damgası yememek için her birimiz, kibarca reddetmenin ne demek olduğunu biliyoruz. Bir şekilde susmayı bilecek şekilde eğitildik ve öğretildik. Her bir suskunluk, tacizin ve eşitsizliğin dozunu artırdı. Kırılma noktamız bulunana kadar ittirildik. O yüzden hep birlikte haykırdığımız “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz!” sloganının güzelliğini bir kez daha düşünelim derim.

(1) https://nap.nationalacademies.org/catalog/24994/sexual-harassment-of-women-climate-culture-and-consequences-in-academic

(2) https://doi.org/10.1371/journal.pone.0102172

Elis Büşra Aydın
Elis Büşra Aydın
(Birleşik Krallık’ta bulunan Strathclyde Üniversitesi Optik Alanında master mezunu. Gazi Üniversitesi Fizik bölümünü bitirdi.) Kendisi Gazi Üniversitesi Fizik bölümünü bitirdi. Başkent İletişim Bilimleri'nde Sunuculuk ve Spikerlik eğitimi aldı. Anadolu Üniversitesi'nde Adalet okudu. Yıllarca feminizm hareketlerinde yer aldı ve uzun süre öğretmenlik yaptı. Daha sonra, TENMAK adına Birleşik Krallık’ta bulunan Strathclyde Üniversitesi'ne gönderildi ve 2023 yılında Optik alanında ikinci yüksek lisansını tamamladı.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

En Çok Okunanlar

Yazar Olmak İstiyorum

Yeni ve güçlü akademik kadromuzla yayın hayatına başlayan Republica, Sosyoloji, Felsefe, Tarih ve Politika alanlarında kalemini konuşturmak isteyen yazarlara kapılarını açıyor!

İlgini Çekebilir
SOCIUS

Neoliberalizmin Temel Argümanlarını Yeniden Düşünmek: Hayek’in İnsan ve Toplum Tasarısı Gölgesinde Günümüz Toplumu

Bu yazıda Hayek’in ünlü Bilginin Toplumda Kullanımı makalesinin bilgiye...

Kadın ve Cinsel Mitler: Yanlış İnanışların Gölgesinde

Cinsellik, insan yaşamının doğal ve vazgeçilmez bir parçasıdır. Merak...

Tarih Felsefesi ve Metodoloji: Tarihselcilik Nedir?

Bir düşünme biçimi olarak ilk kez Wilhelm Dilthey (1833-1911)...

Emek ve Kimlik Sömürüsü: Karl Marx ve Jacques Rancière’den Hareketle Faşizmi Politikadan Atmak

Emek sömürüsü, işçi sınıfının üretimdeki merkezi rolünü görünmez kılarak...