Cem Karaca Şarkılarında Türkiye’nin 30 Yılı: 1961 – 1991

Tarih:

5 Nisan 1945’te tiyatro sanatçıları Toto Karaca ve Mehmet İbrahim Karaca’nın oğlu olarak İstanbul’da dünyaya gelen Muhtar Cem Karaca Türkiye’de Anadolu Pop/Rock akımının ve protest müziğin öncülerinden olup eserleriyle ölümsüzlüğü yakalamış bir sanatçıdır. Robert Koleji mezunu olan Karaca, 1962’de müzik kariyerine başladığında elit ailelerin davetlerinde İngilizce şarkılar seslendirmiştir. 1965’te Antakya’ya askerliğe gittiğinde Anadolu müziğiyle tanışınca Anadolu ve Batı müziğini harmanlamaya karar vermiştir. 1980-1987 yılları arasında Almanya’da sürgünde yaşayan Karaca, 1967’den 2004’te son nefesini verene kadar parçalarında politik, toplumsal, ekonomik ve sosyal konulara yer vermiştir.1 Bu yazıda, Cem Karaca’nın 1967-1991 yılları arasında dinleyiciyle buluşan şarkılarının bize Türkiye’nin otuz yılı (1961-1991) hakkında neler söylediğini anlatmaya çalışacağım.

1960’lar “değişim” ve “hareket” yıllarıydı. Vietnam Savaşı ve savaş karşıtları, Hippi Hareketi ve 1968 Hareketi dünya genelinde Rock müziği besleyen etmenlerdi. Bu hareketlerin yansımalarını Türkiye’de görmek kaçınılmazdı. 1961 anayasasıyla Cumhuriyet Senatosu oluşturulmuş, bağımsız bir Anayasa Mahkemesi kurulmuş, üniversiteler ve kitle iletişim örgütleri tam özerklik kazanmış, işçilere grev ve toplu sözleşme hakkı verilmiş, seçimler için nispi temsil sistemi getirilmiş, dolayısıyla birçok yeni parti kurulmuştu. Oluşan bu özgür ortam işçi sınıfı eylemlerini ve öğrenci hareketlerini artırmıştı. Sendikalar da gitgide güç kazanmaktaydı. Cumhuriyet Halk Partisinden (CHP) Bülent Ecevit’in “ortanın solu” fikri toplumun önemli bir kesimi tarafından benimsenmişti. Ayrıca, 1961’de kurulan Türkiye İşçi Partisi (TİP), 1965 seçimlerinde meclise on beş vekil ile girmeyi başarmıştı.2

1970’lere giderken Süleyman Demirel’in Adalet Partisi (AP) iktidârda, İsmet İnönü’nün CHP’si ise ana muhalefetteydi. Sol düşünceyi, Mehmet Ali Aybar’ın TİP’i ve Fikir Kulüpleri Federasyonu; sağ düşünceyi ise Alparslan Türkeş’in Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), MHP’nin gençlik örgütü “Ülkü Ocakları” ve Necmettin Erbakan’ın Milli Nizam Partisi (MNP) temsil ediyordu. Bu dönemde siyasal şiddet arttıkça artıyordu. Öğrenci gruplarıyla polis ve askerler arasında çatışmalar, bombalı saldırılar, soygunlar, adam kaçırmalar, sağ-sol çatışmaları sırasında şiddet ve ölüm neredeyse normalleşmişti. Demirel hükûmeti üniversite kampüslerindeki ve sokaklardaki şiddeti engelleyemiyor, kayda değer politikalar da oluşturamıyordu. Genelkurmay Başkanlığından gelen muhtırayla Demirel istifa etmiş, Nihat Erim yeni hükûmeti kurmuş, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) sıkıyönetim ilan etmişti. TİP ve MNP kapatılmıştı. Gözaltına alınan veya tutuklanan birçok kişinin işkence gördüğü söyleniyordu. Ayrıca, temel hak ve özgürlükleri kısıtlama fırsatı doğmuştu: Üniversitelerin ve kitle iletişim örgütlerinin özerkliği sona ermiş, basın özgürlüğü ve Anayasa Mahkemesinin yetkileri kısıtlanmış, MGK’nın yetkileri genişletilmişti.3

12 Mart 1971 Muhtırası müzikte de etkisini göstermişti: Cem Karaca, Alpay, Timur Selçuk, Moğollar, Fikret Kızılok ve Selda Bağcan gibi sanatçılar hızla politikleşiyor; Karaca, sol kesimin bir sembolü haline geliyordu. Karaca önce Apaşlar (1967-1969), sonra Kardaşlar (1969-1972) ve Moğollar (1971-74) ile çalıştı. Bu gruplarla yayınladığı “Emrah”, “Dadaloğlu”, “Acı Doktor”, “Zeyno” ve “Namus Belası” gibi parçalar Türkiye’de hala etkisini gösteren feodal yapıya işaret ediyordu. 1950’li yıllarda kentleşme sürecine giren Türkiye’de 1970’lere gelindiğinde kentleşme oranı %50’nin altında olup kır nüfusu kent nüfusundan fazlaydı. Kentleşme oranı ancak 1980’de %50’yi geçecekti (%53). Cem Karaca gibi sanatçılar da bu feodal düzene şarkılarıyla dikkat çekmeye çalışıyorlardı.4 Mesela “Namus Belası” nişanlısı tecavüze uğrayan bir adamın “namus cinayeti” işleyerek hapse girmesini konu alıyordu. O dönemdeki Türkiye için bu, sıradan bir olaydı:

“Düştüm mahpus damlarına, öğüt veren bol olur

Toplasam o öğütleri buradan köye yol olur

Ana, baba, bacı, kardaş dar günümde el olur

Namus belasına kardaş döktüğümüz kan bizim…”

Ekim 1973’teki seçimde birinci parti çıkan Bülent Ecevit’in CHP’si Erbakan’ın Milli Selamet Partisi (MSP) ile koalisyon kurmuş, Eylül 1974’te Ecevit’in istifa etmesiyle bu koalisyon bozulmuştu. Demirel, MSP ve MHP gibi sağ tabanlı partilerle Birinci Milliyetçi Cephe Hükûmetini kurmuş; bu koalisyon 1977’ye kadar ayakta kalmayı başarabilmişti. Türkiye hem sokaklarda artan şiddetle hem de ekonomik krizle baş etmeye çalışıyordu. 1977 seçimlerinde en yüksek oranı CHP almıştı ama Ecevit bir koalisyon oluşturamamıştı. Böylece Demirel yine MSP ve MHP ile İkinci Milliyetçi Cephe Hükûmetini kurmuş, ancak ülkedeki kargaşa ortamı içinde bu koalisyon da Aralık 1977’ye kadar ayakta kalabilmişti.5

Cem Karaca’nın Dervişan (1975-1977) ile çalışmaya başlaması bir dönüm noktasıydı. 1970’lerden itibaren kentleşme oranı artıyor, köyden kente göç hızlanıyor ve dolayısıyla proleterleşme süreci de ivme kazanıyordu. Türk müziği de bu gelişmelerden nasibini almıştı, işçi sınıfını merkeze koyan eserler artıyordu. Ayrıca halk da gitgide kutuplaşıyordu. Bu dönemde Cem Karaca ve Dervişan sol kimlikleriyle öne çıkan ilk müzisyenlerdi. “Mutlaka Yavrum”, “Mor Perşembe”, “Bir Mirasyediye Ağıt”, “Maden Ocağının Dibinde” ve “Durduramayacaklar Halkın Coşkun Akan Selini” gibi Cem Karaca ve Dervişan parçaları kırdan kente göçten aydın eleştirisine, hükûmet eleştirisinden işçi sınıfı sorunlarına kadar dönemin Türkiye’sine ışık tutan birçok temaya değiniyordu. Plakta sunulurken tüm ulus emekçilerine adanan ve solcu kitleyi etkisi altına alan “Tamirci Çırağı” üretim ilişkilerini ve sonuçlarını, sınıf çatışmasını, sosyal adaletsizliği imkânsız bir aşk hikayesi çerçevesinde anlatıyordu:6

“…Arabanın kapısını açım, açtım girsin içeri

Kalktı hilal kaşları, sordu kim bu serseri

Ustam geldi, sırtıma vurdu, unut dedi romanları

İşçisin sen, işçi kal, giy dedi tulumları…”

Sağ-sol çatışmalarında şiddet kurbanlarının sayısı hızla artıyor, mezhepsel çatışmalar da siyasi boyut kazanıyordu. Mesela Aralık 1978’deki “Maraş Olayları” sırasında Ülkü Ocaklarının “Bozkurt”ları genelde solu destekleyen yüzlerce Aleviyi korkunç bir şekilde öldürmüştü. Koalisyon hükûmetleri bu şiddete dur demeyi başaramıyorlardı. “Parka” bu dönemdeki siyasi cinayetlere işaret ediyor, dört kurşun ile öldürülen bir öğrenciyi ve ailesini anlatıyordu. Karaca bu şarkıyı yapma sebebini şöyle açıklıyordu: “Çok samimi, candan sohbet ettiğimiz, Türkiye için tezler geliştirmeye dilimizin erdiği, kafamızın yettiği, gözümüzün gördüğünce konuştuğumuz arkadaşlarım tak tak vuruluyordu. ‘Parka’yı onlar için yazdım. O dönem o tavrı almak gerekiyordu”:7

“…Parkasıyla vurulmuş yatar iken buldular

Dört hain kurşun değmiş, delik deşikti parka

Küçük kardeş bu yıl siyasala gidecek

Paltoya para yok ki o da parka giyecek…”

Kanlı 1 Mayıs’tan (1 Mayıs 1977) sonra Ocak 1978’de Ecevit’in kurduğu kabine Ekim 1979’a kadar iktidarda kalsa da şiddet engellenememiş, ordu darbe hazırlıklarına girişmişti ama yine de bu dönem bazıları için “yeniden umut”tu. Bu süreçte yayınlanan, sözü ve müziği Sarper Özsan’a ait olan “1 Mayıs Marşı”, “devrimci gençlerin slogan türküsü” olarak değerlendirilmişti ve yayınlanışından itibaren 1 Mayıs’ın ana unsurlarından biri olmuştu. Plağın arka kapağında şöyle yazıyordu: “Bu plak radyolarınızda çalınmaz, televizyonda da izleyemezseniz. Ancak bir yürüyüşte yüzbinler söyler bir ağızdan, yarını nasırlı elleri, pırıltılı beyinleri ve gereğinde balyoz gibi yumruklarıyla kuracak olan işçi, emekçi, köylü ve yiğit halkımız söyler”:8

“…Günlerin bugün getirdiği baskı, zulüm ve kandır

Ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez

Yepyeni bir hayat gelir, bizde ve her yerde

1 Mayıs, 1 Mayıs, işçinin, emekçinin bayramı

Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkın bayramı…”

1970’leri şekillendiren faktörlerden biri de ekonomik krizdi. Koalisyon hükûmetlerinin sorumsuzlukları, kısa vadeli borçlar, devamlı para basmalar ve ithalat sınırlamaları enflasyonu körüklemiş, karaborsa patlak vermiş, yağ ve tüp kuyrukları gündelik hayatın bir parçası haline gelmişti. Karaca da “Yoksulluk Kader Olamaz”da ekonomik kriz altında ezilen halkı, geçim sıkıntısını, bu sorunlar karşısında radyoların ve sanatçıların takındığı tavrı ele alıyordu:9

“…Bir kilo et seksen lira, tadını unuttum

İnsan gibi yaşamanın adını unuttum

Yoksulluk kader olamaz, kader değildir

Firavunlar bile böyle gaddar değildir…”

Benzer şekilde “Beni Siz Delirttiniz” de gündelik sorunlara, ekonomik bunalıma, kuyruklara değiniyor ve Milliyetçi Cephe Hükûmetine gönderme yapıyordu:

“…Günden güne ufalan ekmekler

Pasta yesin efendiler ama

Gaz tenekesi ile su kuyrukları

Ve bir başbuğun buyrukları…”

“Yeniden umut” dönemi Ekim 1979’da Demirel’in bağımsızlarla bir kabine kurup tekrar iktidara gelmesiyle bitmişti. Siyasal şiddet ve ekonomik krizin şekillendirdiği 1973-1980 yılları arasında hep zayıf koalisyon hükûmetleri kurulmuştu, AP de CHP de iş birliğini becerememişlerdi. Felce uğrayan siyaset ortamında 1980’de cumhurbaşkanlığı süresi biten Korutürk’ün ardından bir türlü yeni cumhurbaşkanı seçilememişti. Darbenin ayak sesleri duyuluyordu.10

Ülkenin her yerinde çatışmaların yaşandığı 1980’lere gelirken iyice politikleşen Cem Karaca ve Dervişan müziği bu ortamdan nasibini almıştı. Konserlerinde olaylar çıkıyor, grup üyeleri ölüm tehditleri alıyordu. Taner Öngür o günleri şöyle anlatıyordu: “… Dervişan döneminde çok sert karşılaşmalarımız oldu. Mesela Urfa’da CHP Gençlik Kolları konser tertipliyor. Biz şehre gidiyoruz otobüsle, iniyoruz. Çarşıdan alışveriş edeceğiz. Bir baktık dışarıda 50-60 kişilik bir grup ellerinde zincirlerle “Allah Allah! Komünistlere ölüm!” diye bağırıyorlar. Bize saldırdılar. Ondan 2 gün sonra haber geldi. O konseri düzenleyen CHP Gençlik Kolları Başkanını sırf bu yüzden öldürmüşler…”11

Cem Karaca Dervişan ile yollarını ayırınca Edirdahan (1977-1979) grubunu kurmuş, bu grupla bir rock-opera denemesi olan “Safinaz”a imza atmıştı. Bu şarkıda ekonomik krizi, sınıf çatışmasını ve olmayan iş güvenliğini vurguluyordu:

“…Her şeyin fiyatı artıyordu ancak

Artmayan tek şey aylığıydı Kasım’ın

Safinaz’ın okuduğu kitaplar yazıyordu

Bir doktorun işçiden şerefli olduğunu

Safinaz on dördünde at gibi çalışıyor

Sendika yok, sigorta yok, iş güvenliği yok…”

12 Eylül 1980’de Türkiye, bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı yeni bir sabaha uyanmıştı. Devlet organlarının işlemediği gerekçesiyle Genelkurmay Başkanı Kenan Evren yönetime el koyar koymaz bütün siyasi faaliyetler durdurulmuş, parti liderleri tutuklanmış, olağanüstü hal ilan edilmişti. Evren’in başkanlığındaki Milli Güvenlik Konseyine (MGK) çok geniş yetkiler verilmişti. Gazeteler bir bir kapatılıyor, gazeteciler tutuklanıyordu. 1981’de siyaset konuşulması bile yasaklanmış, sağ ve sol tabanlı yüz binden fazla kişi tutuklanmıştı. Sorgularda ve hapishanelerde işkence görmek sıradanlaşmıştı, işkencede ölmek bile mümkündü. 1982 anayasasıyla cumhurbaşkanı ve MGK’nın yetkileri genişletilmiş, hak ve özgürlükler kısıtlanmış, temel hak ve özgürlüklerin de gerekli görülürse sınırlanacağı belirtilmişti.12 Darbe müziği de vurmuştu. Murat Meriç 80 darbesinin müziğe olan etkisinden şöyle bahsediyordu: “…12 Eylül, aslında bu şarkılara ve şarkıcılara karşı yapılmış bir darbeydi. Cem Karaca, Melike Demirağ, Şanar Yurdatapan gibileri yurt dışına gitmek zorunda kaldı. Kalanlar için durum da beterdi: alıp götürüyorlardı ve sorgusuz sualsiz hapishanede tutuluyorlardı. 12 Eylül, içeride/dışarıda mağdur ettiği herkesin enerjisini aldı, üretimini kısıtladı ve onlara karşı bir kamuoyu oluşturdu. Türkiye’de kalanların hiçbir şey yapmadığı konuşuldu, gidenlerin ‘dönüşleri’ tartışıldı. Gerçek olan şu ki 12 Eylül, en büyük darbelerden birini müziğe vurdu.” Ölüm tehditleri alan Cem Karaca 1979’da kısa süreliğine Almanya’ya gittiğinde 1987’ye kadar Türkiye’ye dönemeyeceğini, hatta bir süre “vatansız” olacağını bilmiyordu. Karaca, “1 Mayıs” plağında komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılanıyordu. O dönem yurt dışında bulunan tüm sanatçılara olduğu gibi Cem Karaca için de karalama kampanyaları yapılmıştı. Mesela Selda Bağcan ile 1979’da Almanya’da çekilen bir fotoğrafı darbe sonrası dönemde “Cem Karaca Gizli Hesaplar Peşinde” başlığıyla bir gazetede yayınlanmıştı. Askeri cunta rejiminin 1981 ve 1982’de yurda dönüş çağrılarına Cem Karaca biraz daha süre istediğini belirterek uymamış, nihayetinde de 6 Ocak 1983’te Yılmaz Güney ile aynı günde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılmıştı. Almanya’da 1980’de yayınladığı ve genellikle vatan özlemini dile getirdiği “Hasret” albümü Türkiye’de uzun yıllar yasaklı kalmıştı. 1984’te Die Kanaken grubuyla çalışmış ve Nazım Hikmet’in şiirinden bestelediği “Çok Yorgunum” haricinde tamamı Almanca şarkılardan oluşan albümde Almanya’daki Türk işçileri anlatmıştı.13

1983’te Türkiye demokrasiye tekrar dönerken eski politikacılar siyasetten on yıl menedilmiş, yeni kurulacak partilerin MGK onayından geçme zorunluluğu gelmişti. Bu şekilde seçime giden üç parti içinde kazanan Turgut Özal’ın Anavatan Partisi (ANAP) olmuştu. Neoliberal politikaların şekillendirdiği ANAP iktidarı; eski AP, MSP ve MHP tabanından destek görüyordu. 1984’ten itibaren camilerin, imam hatip okullarının, basında dini içeriklerin ciddi şekilde artması siyasal İslam’ın yükselişinde en büyük etken olmuştu. Sağ-sol çatışmalarının yerini artık laik-İslamcı çatışmaları alıyordu.14 Cem Karaca 1985’te dönemin başbakanı Turgut Özal ile Almanya’da bir görüşme gerçekleştirmişti, 29 Haziran 1987’de Türkiye’ye dönmüştü ve hakkındaki suçlamalar da düşmüştü. Özal ile görüşmesi, dönmesi, döndükten sonra konserlerinde “1 Mayıs Marşı” ve “Parka” gibi parçaları seslendirmemesi “dönek” damgası yemesine sebep olmuştu. Döndükten sonra yayınladığı “Yarım Porsiyon Aydınlık”ta (1987) kendisini entelektüel sayan aydınları Anadolu halkını küçük görmeleri, ülkenin ekonomik durumundan bihaber oluşları bakımından eleştiriyordu:15

“…Ekmeğin fiyatını bilmezsiniz

Ama ekonomik politika

Her şey bir harikaydı

Ancak yerli halkı beğenmediniz…”

Karaca, “Dur Be Yeter” (1988) şarkısında da sistem karşıtı bir tavır takınmış; düşünce suçuna, bürokrasinin işleyişine, tek tip insan modeline ve şarkı yasaklarına gönderme yapmıştı:

“Dur be yeter geri kafa

Bu gençliğe yurt emanet, vallah billah

Düşünmesi yasak olmaz

Dur be yeter kıl bürokrat

Sırt dayayıp makamına, vallah billah

Olur işi etme olmaz

Dur be yeter dar kafalı

Fabrikasyon insan olmaz

Dur be yeter, kul Karacam

Televizyon ve radyoda, vallah billah

Böyle şarkı tövbe olmaz…”

Özal, 1987’deki referandumla eski siyasetçilerin geri dönüşüne olanak sağlamıştı; fakat 1989’da cumhurbaşkanı seçilse de ANAP, yüksek enflasyon, nepotizm ve yolsuzluk üçgeni sebebiyle zayıflamaya başlamıştı. 1991 seçimlerinde Demirel’in Doğru Yol Partisi (DYP) birinci çıkmış ve Demirel tekrar koltuğuna dönmüştü.16 Cem Karaca, 1992’de yayınladığı “Raptiye Rap Rap”ta Özal ile görmeye başladığımız neoliberal politikaları, iktidarın haksız para kazançlarını eleştiriyor; olmayan ifade özgürlüğüne, sürekli iktidara gelen ve silindir şapkasıyla ünlü Demirel’e, “nitekim” kelimesini çok seven cunta döneminin başkanı Evren’e de gönderme yapmayı ihmal etmiyordu. Kısacası, müziğindeki protest ruhu sürdürüyordu:17
“…Liberal, miberal malı kap, götür, al rap rap

Eriyor liralar, mark kap, dolar al rap rap

Bir koy, üç al, üçünü de beşlet rap rap

N’aber nitekim gene geldi şapka rap rap

Şarkıyı burada yasaklasak da mı saklasak, oh George

Şarkıyı yoksa yasaklamasak da mı saklasak, oh Geroge…”

Bu yazıda Anadolu Pop/Rock’ın ve protest müziğin mihenk taşlarından Cem Karaca’nın şarkılarının Türkiye’nin otuz yılı (1961-1991) hakkında bize neler anlattığını inceledim. 1980-1987 yılları arasındaki sürgün dönemi eserlerini yazının uzunluğu sebebiyle ele alamadım fakat o şarkıları değerlendirmenin bize Türkiye’nin ekonomisi, uluslararası ilişkileri ve Almanya’daki Türk işçiler hakkında önemli ipuçları vereceğine inanıyorum. Son söz olarak şunu söylemek isterim: Karaca’nın parçaları barındırdığı hikayeleriyle ve isyankâr ruhuyla 1960’ların değişim ve hareket yıllarından, 1970’lerin çatışmalar ve mali krizlerle biçimlenen ortamına ve 1980’lerin darbe sonrası karanlığına kadar Türkiye’nin bir dönemine ışık tutar. Cem Karaca eserleri sadece protest müziğin değil, Türkiye toplumunun ve tarihinin de aynasıdır.

DİPNOTLAR

1. Mehmet Atilla Güler, “1970’li Yıllarda Türkiye İşçi Sınıfını Cem Karaca Şarkıları ile Okumak”, Çalışma ve Toplum 2, sy 49 (1 Ocak 2016): 725-756.

2. Erik Jan Zürcher, “İkinci Türkiye Cumhuriyeti 1960-1980”, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi içinde (İstanbul: İletişim Yayınları, 2008), 351-400; Mehmet Atilla Güler, “1970’li Yıllarda Türkiye İşçi Sınıfını Cem Karaca Şarkıları ile Okumak”, 725-756.

3.Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 351-400.

4. Mehmet Atilla Güler, “1970’li Yıllarda Türkiye İşçi Sınıfını Cem Karaca Şarkıları ile Okumak”, 725-756.

5. Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 351-400.

6.Mehmet Atilla Güler, “1970’li Yıllarda Türkiye İşçi Sınıfını Cem Karaca Şarkıları ile Okumak”, 725-756.

7. Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 351-400; Mehmet Atilla Güler, “1970’li Yıllarda Türkiye İşçi Sınıfını Cem Karaca Şarkıları ile Okumak”, 725-756.

8. Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 351-400; Mehmet Atilla Güler, “1970’li Yıllarda Türkiye İşçi Sınıfını Cem Karaca Şarkıları ile Okumak”, 725-756.

9. Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 351-400; Mehmet Atilla Güler, “1970’li Yıllarda Türkiye İşçi Sınıfını Cem Karaca Şarkıları ile Okumak”, 725-756.

10. Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 351-400.

11. Mehmet Atilla Güler, “1970’li Yıllarda Türkiye İşçi Sınıfını Cem Karaca Şarkıları ile Okumak”, 725-756.

12. Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 351-400.

13. Mehmet Atilla Güler, “1970’li Yıllarda Türkiye İşçi Sınıfını Cem Karaca Şarkıları ile Okumak”, 725-756.

14. Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 351-400.

15. Mehmet Atilla Güler, “1970’li Yıllarda Türkiye İşçi Sınıfını Cem Karaca Şarkıları ile Okumak”, 725-756.

16. Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 351-400.

17. Mehmet Atilla Güler, “1970’li Yıllarda Türkiye İşçi Sınıfını Cem Karaca Şarkıları ile Okumak”, 725-756.

Melisa Sarı
Melisa Sarı
Melisa Sarı, Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji ve Tarih bölümleri Çift Ana Dal Programı öğrencisidir. Dört yıldır akademik okuma, araştırma ve yazma üzerine çalışmaktadır. İçerik editörlüğü ve kalitatif araştırmacılık alanında staj yapmıştır. Akademik alanda ilerlemeyi ve çalışmayı hedeflemektedir. Başta sosyoloji, tarih ve antropoloji olmak üzere sosyal bilimler alanındaki çalışmaları düzenli olarak takip etmektedir. Toplumsal hafıza, kültür çalışmaları, sosyal antropoloji, medya ve toplum ilişkisi, kent çalışmaları, toplumsal cinsiyet, göç çalışmaları, tarihsel sosyoloji, etnisite çalışmaları, müzik sosyolojisi, edebiyat ve toplum ilişkisi, millet/milliyetçilik, dil sosyolojisi, küreselleşme ve toplumsal tabakalaşma ilgilendiği araştırma alanlarıdır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

En Çok Okunanlar

Yazar Olmak İstiyorum

Yeni ve güçlü akademik kadromuzla yayın hayatına başlayan Republica, Sosyoloji, Felsefe, Tarih ve Politika alanlarında kalemini konuşturmak isteyen yazarlara kapılarını açıyor!

İlgini Çekebilir
SOCIUS

Neoliberalizmin Temel Argümanlarını Yeniden Düşünmek: Hayek’in İnsan ve Toplum Tasarısı Gölgesinde Günümüz Toplumu

Bu yazıda Hayek’in ünlü Bilginin Toplumda Kullanımı makalesinin bilgiye...

Kadın ve Cinsel Mitler: Yanlış İnanışların Gölgesinde

Cinsellik, insan yaşamının doğal ve vazgeçilmez bir parçasıdır. Merak...

Tarih Felsefesi ve Metodoloji: Tarihselcilik Nedir?

Bir düşünme biçimi olarak ilk kez Wilhelm Dilthey (1833-1911)...

Emek ve Kimlik Sömürüsü: Karl Marx ve Jacques Rancière’den Hareketle Faşizmi Politikadan Atmak

Emek sömürüsü, işçi sınıfının üretimdeki merkezi rolünü görünmez kılarak...