Toplumbilim alanında dünyanın en iyi kürsülerinden biri olarak kabul gören Sorbonne Üniversitesi’nde aldığı Alman edebiyatı eğitimiyle yaşamının şekillendiği tahmin edilen önemli bir Fransız felsefeci ve toplumbilimci, aynı zamanda iletişim çalışmalarının tam da merkezinde yer alan “kültür” konusunda yolumuzu aydınlatanlardan Jean Baudrillard…
Aralarında Kötülüğün Şeffaflığı ve Tüketim Toplumu gibi Türk okuyucular tarafından diğerlerinden daha çok okunan eserlerinin de yer aldığı 9 farklı çalışmasının yayınevi, 20.yüzyılın en büyük kuramcılarından biri olan yazarı tanıtırken “…kitaplarında esas olarak simülasyon, yığınların zihniyeti, “öteki”, baştan çıkarma gibi konuları ele aldı.” cümlesine yer veriyor.
Türkçeye çevrilen 39 eser arasından bu içerik için seçtiğim çalışması ise simülasyon kuramının temel eseri olarak kabul edilen, Baudrillard çalışmalarıyla bilinen Oğuz Adanır tarafından 1982 baskılı Fransızca orijinalinden çevrilen ve Doğu Batı Yayınları 2011 tarihli 6. baskı versiyonundan okuduğum “Simülakrlar ve Simülasyon”. 1972 yılında henüz 43 yaşındayken yazmaya başladığı bilinen kitabın ilk versiyonu basıldığında artık 53 yaşına gelmiş olan felsefeci, 226 sayfalık (Türkçe versiyonu) bu çalışmada postmodernite hakkında bilinmesi gereken temel kavramları simülasyon / hipergerçeklik çağının detayları olarak o dönem için oldukça fütüristik bir şekilde kaleme alıyor.
Eser için en özet haliyle genel olarak tekniğe, tıpkı Walter Benjamin gibi yeniden üretime, “öz”ün ve “hakikat”in kaybedilmesine ve sisteme dair üst satırlarda da vurguladığımız gibi ileri görüşlü bir modernlik eleştirisi olarak bir tanım yapılabilir. Hayatın genelinin teknik eliyle sentetik haline gelmiş olması, tüm canlıların hatta evrenin farklı bir uzama geçmiş olması ve bunun bir nevi simülasyon / hipergerçek çağı olarak adlandırılması gerekliliği vurgusu eserin genelinde okuyucunun kolaylıkla aldığı mesajlar olarak paylaşılabilir. Metnin merkezine oturtabileceğimiz “gerçeğin” teknik eliyle (simülasyon) yok edilişi ancak yerine onun tüm gösterenlerine sahip bir hiper-gerçeğin konduğu fikri ve bunun yaşamın her alanına hâkim olduğu görüşü baskındır. Sanıldığı gibi herhangi bir nesnenin ya da olgunun kopyasının oluşması değil zaten gerçekte var olmayan bir nesne ya da olgunun çoğaltılması durumu söz konusudur ve bu sebeple “bir olay ya da bir nesneyi varmış gibi yapmak” olarak açıklanabilecek olan “simülakr”lar yazara göre artık tüm evreni çerçevelemiş durumdadır. Baudrillard, bu durumun başlangıcı olarak televizyon ve reklam dünyasını aslında kitle iletişim araçlarında yaşanan teknolojik gelişmeleri görmektedir. Metni genel olarak determinist bir yaklaşımla okumak bu sebeple mümkündür. Gerçeğin yok edilmesiyle yeniden üretilen anlam, bağlamından kopartılmış gerçeklik, tekrar tekrar üretilen gerçek fikri kitap boyunca reklamdan holograma, hayvanlarla ilgili endüstriyel gelişmelerden sanata hatta para piyasalarına değin birçok simülasyon örneği üzerinden okuyucuya “rahatsız edici” bir bilinçlendirme yoluyla aktarılmaktadır. Teknik eliyle kopyalamanın gerçeğe, orijinale olan müdahalesi, orijinalin de bir anlamda yok edilmesi Benjamin’in görüşleriyle paralel olarak aktarılmıştır. Baudrillard gerçeğin üretimi ve yeniden üretimini çağın temel hastalığı olarak nitelendirirken Benjamin gibi sadece sanat eseri üzerinden değil bunu hayatın içerisinden pek çok örnekle aktarır. Örneğin gerçeğin yerini almış modellerden oluşan simülasyon tanımını Disneyland örneğiyle ilişkilendirilerek şu şekilde anlatmıştır;
Disneyland “gerçek” ülkenin, “gerçek” Amerika’nın bir Disneyland’a benzediğini gizlemeye yaramaktadır. Bu durum sıradan gündelik yaşantısının bir hapishaneyi andırmadığını gizlemeye çalışan toplumsal bir yapının hapishaneler inşâ etmesine benzemektedir. Disneyland’ı çevreleyen Los Angeles ve Amerika, gerçeğe değil hipergerçeğe ve simülasyona aittir. Burada sorun yanıltıcı bir yeniden canlandırılmış gerçeklikten (ideoloji) çok, gerçeğin gerçeğe benzemediğini gizleyebilmek ve gerçeklik ilkesinin devamını sağlayabilmektir. (Baudrillard, 2011, s.29)
Öyle ki ekonomi politik üzerinden bile değerlendirmeye giden yazar, maddi üretimin de hipergerçeğe döndüğünü hipermarketler ve hipermallar örnekleriyle okuyucuya aktarma gayretindedir.
Geleceği önceden haber veren bir model olarak hipermarket (özellikle de ABD’de) yerleşim bölgelerinin dağılımını belirlemektedir. Oysa geleneksel çarşılar kentin tam merkezine yerleştirilerek kentliyle köylünün buluşmasını sağlardı. Hipermarket kırsal kesimle kentin ortadan kalkarak yerini köyle-kent arası bir yere (agglomeration) bırakan yeni bir yaşam biçiminin dışavurumudur [tüketime eşdeğer, onun mikromodeli, tamamıyla işaretlerden oluşan işlevsel bir kent dışı- banliyö tipi alışveriş yeri (zoning)]. (s.113)
Reklamdan hipermarketlere, hologramlardan üniversitelere kadar birçok örnek üzerinden simülasyonu tarifleyen yazarın göstergebilim alanındaki bilgisi de sadece bu örneklerde dahi kendini hissettirmektedir.
Baudrillard, Herbert Marshall McLuhan’ın “Araç mesajdır.” (The medium is the message.) önermesinin artık (gerçeğin içine yayılmış ve dağılmış durumda olduğundan algılanması olanaksız olan) medium’un yok olması sebebiyle yenilenmesi gerektiği görüşündedir. Anlam üretiminin yaşadığı değer kaybı yine kitle iletişim araçlarındaki gelişmeler üzerinden aktarılmıştır. Yine eser boyunca iletişimde, dolayısıyla kitle iletişim araçlarında dolayısıyla da toplumun genelinde yaşanan değişimle ilgili iğreti ederek öğretici nitelikte örnekler dikkat çeker.
Matrix filminin ilham kaynağı olarak refere edilen kitap, Netflix platformundaki Black Mirror dizisi ile de bağlantı kurularak okunabilir. Bu ilişkiler ya da postmodernite hakkında bilinmesi gereken temel kavramların yer aldığı eser sebebiyle kendisinin de tercih etmediği gibi Baudrillard, postmodern bir düşünür olarak anılmamalıdır elbette. Aslında Baudrillard, “olmayanın varmış, aslında öyleymiş” gibi simüle edilmesini tanımlamakla yetinmekte okuyucu bu durumda postmodernite okuması yaptığını düşünmektedir.
Oğuz Adanır 20. yüzyılın en önemli kuramlarından olan Simülasyon Kuramının bu temel metni için 2011 yılındaki 6. baskının önsözünde “…bu kuramla ne yapacağına okuyucu karar verecektir. İşin doğrusu da budur!” diyerek Umberto Eco’nun Açık Yapıt eserinden bildiğimiz “Metnin ve yazarın niyeti olduğu gibi okuyucunun da bir niyeti vardır ve bu da eserin anlamını etkiler.” görüşünü hatırlatırcasına okuyucuyu esere büyük bir görevle başlatır. Bize düşen belki de defalarca okuyacağımız bu Baudrillard eserine tıpkı onun eleştirdiği gibi türdeş bir insan ve zihniyet akışı üretmek yerine bireysel bir anlam katabilme gayretidir.
Kaynak:
Bauldrillard, J. 2011. Simülakrlar ve Simülasyon, (O. Adanır, Çeviri), İstanbul: Doğu Batı Yayınları.