Dünya edebiyatının en değerli yazarlarından Marcel Proust, okuma konusunda şöyle der:
“Okuma bizim için, sihirli anahtarları bize kendi derinliklerimizde, içlerine giremeyeceğimiz konutların kapısını açan bir kışkırtıcı olduğu sürece, hayatımızdaki rolü de esenlik getiricidir.” (1)
Son dönemlerde “roman okuma” eyleminin üzerinde gezen kara bulutları düşününce, bu alıntı roman okumakta neden hâlâ ısrarcı olmamız gerektiğini gösteriyor.
Halkaları Cervantes’den Dostoyevski’ye, Victor Hugo’dan Orhan Pamuk’a kadar devam eden bir zincir aslında roman. Bu zincir, içimizde gizli saklı kalan pek çok insani tarafla da birleşiyor. Zaten onun bu kadar esenlik getirici bir eylem olmasının sebebi de tam olarak bu: İnsanları kendi çatısı altında birleştiren evrenselliği.
“İnsanların birbirlerine karşı hissettikleri sempati ya da antipatinin, birbirleriyle dost olup olamamalarının derinlerdeki nedenlerini nerede aramalı?” (2)
Ben olsam Milan Kundera’nın bu sorusunu “Romanlarda” diye cevaplardım. Romanlar bizi insan dünyasının derinlikleriyle buluşturur. Belki insanın içinde henüz kendisinin bile keşfetmediği ihtimalleri ona düşündürür. Sempati ile antipatinin tarihinin sadece romanlarda okunabileceğini hatırlatır.
Peki bütün bunlar roman okumaktan vazgeçilmemesi için yeterli sebepler mi?
Çok kurgu dışı kitap okumak, hayatın dinamiklerini iyi çözmek demek değil. Hayatı, dış dünyanın deneyimlerinde kalarak ve gerçeklikten kopmayarak yaşamak da gerekiyor. Bu yüzden insan ilişkilerindeki çıkmazları ve insanın kendi içindeki çözümsüzlükleri de bize en iyi anlatanlar yine romanlar olarak karşımıza çıkıyor.
Modern dünyada roman okumak, varoluşsal bir diyalektiğin içinde olmaya benziyor. Bir tarafta insanın yaratıcılığını sınırlayıp onun odağını tembelleştiren unsurlar, diğer tarafta ise hayatın ezici sorumlulukları varken, roman okumak insanı bu katı diyalektikten kurtarmayı vaat ediyor.
Üstelik Sartre’a göre;
“İnsan, özgür olmaya mahkumdur.” (3)
Sartre, edebiyatı bu yüzden hem okuru hem de yazarı özgürleştirici bir süreç olarak görür. Özgürlüğün yolları insanın hayatı ve içindekileri kurgulayabilme kapasitesinden geçer. Çünkü ona dayatılan toplumsal benlikten sıyrılma kapısının kilidi, kurgu metinlerle birlikte ulaşılacak özgürlüğün anahtarı sayesinde açılır.
Kurgu olanın insanın sınırlarını genişletme potansiyelini düşünürsek, iyi bir okuma alışkanlığıyla daha erdemli bir hayat yaşayabileceğimizi de fark ederiz. Çünkü insanın doğası, onun alışkanlıklarıyla biçimlenir. Zihin ise bu alışkanlıkları zamanla kimliğin kendisine dönüştürüp insanı dünya içinde daha anlamlı bir konuma yerleştirir.
A posteriori olarak sonradan şekillendirdiğimiz hayatlarımızda iyi bir roman kültürü oluşturmak, varoluşsal bütünlüğümüzün en önemli parçalarından biri haline dönüşür. Zira büyük teknoloji şirketlerinin vahşi reklam taktiklerine karşı insanın bu uyaranlardan uzakta kalabilmesinin yolu, kurgu metin okuma alışkanlığıdır.
Kurgu metinler, bize sosyal medya veya teknoloji aracılığıyla dayatılan pek çok alışkanlıktan daha gerçek bir dünya vaat ediyor. Bu yüzden bazı romanları okuduktan sonra yine bazı okurların “Bu kitaptaki olaylar gerçekten de yaşanmış mı?” diye sorduğunu duymuşsunuzdur. Orhan Pamuk bu soruyu şöyle cevaplar:
“Romanlar ikinci hayatlardır. Bu ikinci hayatların bize gerçeklikten daha gerçek gelmesi, sık sık romanları gerçeğin yerine koymamıza, en azından onları hakiki hayatla karıştırmamıza yol açar. Ama bu yanılsama, bu saflık, şikâyetçi olduğumuz bir şey değildir hiç.” (4)
İşte “Roman okuma alışkanlığından neden vazgeçmemeliyiz?” sorusunun en belirgin cevaplarından biri de bu: Edebi bir ürün aynı anda içinde psikoloji, felsefe, sosyoloji, siyaset gibi insani disiplinleri de barındırabildiği için adına edebiyat denir zaten. Bu yüzden romanlar, bizzat hayatımızdaki damarlardan beslenir.

Acılar ve sevinçler evrensel oldukça, roman okumanın evrensel bir eylem oluşu hiçbir zaman değişmeyecek. Sizce hiç anlamadığımız bir dil ve kültürde yazılan bir eser neden kendi dilimize çevrildiği zaman bizde o milletin insanlarınca yaşanan benzer hisleri uyandırır? Çünkü romanın dili bu: İnsanca.
Roman zinciri halkalarına yenilerini eklemeye devam edecek gibi görünüyor. Çünkü insanlık var olduğu sürece, insanın hikâyesi de var olmaya devam edecek.
Kaynakça
1- Proust, M. (2009). Okuma Üzerine (Çev. Işık Ergüden). Notos Kitap.
2- Kundera, M. (2015). Perde (Çev. Aysel Bora). Can Yayınları.
3- Sartre, J. P. (2017). Varoluşçuluk (Çev. Asım Bezirci). Say Yayınları.
4- Pamuk, O. (2019). Saf ve Düşünceli Romancı. Yapı Kredi Yayınları.
