1. The Two Popes Filminin Künyesi ve Konusu
The Two Popes, senarist Anthony McCarten ve yönetmen Fernando Meirelles’in imzasını taşıyan, 2019 yılının Kasım ayında gösterime giren ve gerçek olaylardan esinlenerek çekilmiş bir Netflix filmidir. Başrollerinde Anthony Hopkins ve Jonathan Pryce’ın yer aldığı filmde, Hopkins Joseph Alois Ratzinger’i (Papa olarak seçildikten sonra Papa XVI. Benedict’i), Pryce ise Kardinal Jorge Mario Bergoglio’yu (daha sonra papalık ismiyle Papa Francis olarak anılacak) canlandırmaktadır.
Film, 2005 yılında Roma Katolik Kilisesi’nin ruhani lideri olan Polonya kökenli II. John Paul’un vefatının ardından, yeni papanın kim olacağına dair Kardinaller arasında başlayan seçim sürecini konu alır. Yaklaşık 52 ülkeden 115 kardinal, yeni papayı seçmek üzere Roma’da toplanır. Ancak bu süreç yalnızca bir papanın seçilmesiyle sınırlı değildir; aynı zamanda Vatikan’ın gelecekteki dini duruşunun ve vizyonunun belirlenmesi anlamını da taşır. Kardinaller, bu seçimde geleneksel değerler ile reformist yaklaşımlar arasında bir tercihte bulunacaklardır.
2005 yılında yapılan oylamalar sonucunda kardinaller, Vatikan’ın yeni ruhani lideri olarak muhafazakâr Joseph Alois Ratzinger’i (Papa XVI. Benedict) seçer. Reformist bir çizgide yer alan Kardinal Jorge Bergoglio (Papa Francis), çocuk istismarı ve Katolik Kilisesi’nin temellerini sarsacak önemli bilgilerin ortaya çıkması gibi çeşitli skandalların gündeme gelmesinden rahatsızlık duyarak 2012 yılında emeklilik talebini sunmak üzere Arjantin’in başkenti Buenos Aires’ten Roma’ya gider. Bu ziyaret, iki lider arasında Kilise’nin geleceği, reform ve gelenek arasındaki dini çatışmalar, liderlik anlayışları ve kişisel itiraflar gibi derin sohbetlere zemin hazırlar. Filmde, sadece bu iki liderin ilişkisini ve hikayesini değil, aralarındaki diyaloglardan yola çıkarak Katolik Kilisesi’nin modern dünyadaki varlığını ve geleceğini sorgulayan kapsamlı bir tema işlenmektedir.
2. İki Papa ve İki Farklı Dini Yaklaşım: Reformist ve Muhafazakarlık
Dinlerde kurumsal yapılar güçlü olduğunda, değişim ya da reform hareketlerini hayata geçirmek genellikle sanıldığından daha zordur. Bu durumun en belirgin örneği, dünyanın en fazla mensuba sahip olan Hıristiyanlık dininde görülmektedir. Hıristiyanlık içerisinde en büyük grubu oluşturan Katoliklerin, diğer mezheplerden (Ortodokslar ve Protestanlar gibi) ayırt edici özelliği, güçlü ve merkezi bir kurumsal yapıya sahip olmalarıdır. Katolik inancına göre Papa, İsa Mesih’in yeryüzündeki vekili olup yanılmazlık ve evrensellik özelliklerine sahiptir. Katolik Kilisesi ve Papalık kurumu, karar alma yetkisini tek bir merkezde topladığı için doğal olarak muhafazakâr bir eğilim sergilemektedir. Bu eğilim, hızla değişen modern dünyada daha belirgin hale gelmiştir. Özellikle son birkaç on yıldır, Kilise’nin ruhani liderliği; rahip ve rahibelerin bekârlık yemini, yolsuzluk, Kilise’de kadınların rolü ve evlilik gibi konularda çeşitli tartışmalarla sıkça gündeme gelmiştir. Aslında bu tartışmalar yeni değildir; 16. yüzyıldan itibaren farklı dönemlerde çeşitli şekillerde dile getirilmiştir. Ancak Katolik Kilisesi, bu sorunlara çözüm odaklı bir yaklaşım geliştirmek yerine, bunları gündeme getirenleri genellikle “isyancı”, “heretik” olarak damgalamayı veya görmezden gelmeyi tercih etmiştir. Bu tutum, Kilise’nin daha muhafazakâr ve katı bir yapıya bürünmesine yol açmış, modern dünyanın sorunlarına karşı mesafeli bir duruş sergilemesine neden olmuştur. Film de bu bağlamda, muhafazakâr ve reformist olmak üzere iki farklı dini yaklaşımı temsil eden iki papanın arasındaki fikir ayrılıklarını ele almaktadır.
Filmde ele alınan Papa Francis, gerçek adıyla Jorge Mario Bergoglio (1936-…), Cizvit tarikatına mensup olup Arjantin’in Buenos Aires şehrinin başpiskoposu olarak görev yapmıştır. Dini yorumlamada ve yaşamada yeniliğe açık ve ilerlemeci bir din yaklaşımını benimsemiştir. Bununla birlikte “Francis” ismini papalık adı olarak seçerek de bir Fransisken gibi fakirlere ve fakirliğe önem vermiştir. Bu durumu ifade eden çok güzel bir ifade vardır: “Papa Francis, bir fransisken gibi yaşar ama bir Cizvit gibi düşünür.” Papa Francis, Vatikan’ın resmi ritüellerine katılmaktansa açık hava vaazları vermeyi ve yoksullar için projeler geliştirmeyi tercih eden bir liderdir. Aynı zamanda bisikletle her yere giden, futbol ve tango oynamaktan keyif alan, ABBA’nın Dancing Queen parçasını seven ve esprili kişiliğiyle dikkat çeken bir figürdür.
Film, papalık seçimlerinde bir kardinalin, beklenmedik bir şekilde Papa Francis’in Papalık için uygun bir aday olduğunu dile getirmesiyle başlar. Ancak Papa Francis, böyle bir görevi hiçbir zaman istemediğini açıkça ifade eder ve bu seçimin bir ego savaşı olmadığını vurgular. İlk seçimin sonuçsuz kalmasının ardından yemek molası sırasında, birkaç kardinal, Kardinal Martini’ye verilen oyların Papa Francis’e yönlendirilmesini talep eder. Bu durum karşısında şaşırarak reddeden Francis’e, yanındaki bir başka kardinal, Platon’dan alıntı yaparak “Bir liderin en önemli özelliği liderliği istememesidir” şeklinde anlamlı bir yanıt verir. Tam o esnada Papa XVI. Benedict, yemek masalarında yer alan Kardinallerin yanına giderek Kilise’nin büyük bir tehlike altında olduğunu, tek müşterek dayanağın olması gerektiğini ve bu dayanağın sadece tek evrensel gerçek olduğunu söyleyerek kendini ön planda tuttuğunu ve liderlik isteyen yönünün ağır bastığını görürüz.
2005 yılında Katolik Kilisesi’nin ruhani lideri olarak Papa XVI. Benedict seçilir. Ardından filmde, halkın sevincini ve yapılan röportajlar gösterilir. Kimileri, Papa XVI. Benedict’in muhafazakâr bir tutumu temsil ettiğinden “inanç bekçisi” olduğunu ve “inanç doktrinini” koruma altına aldığını söylerken, bazıları da aşırı katı olduğuna, bu nedenle insanların Katoliklikten uzaklaştığına ve yoksullara ulaşmada başarısız olduğuna dikkat çeker. Ancak, en dikkat çekici röportajlardan biri, Papa’nın Nazi geçmişini ve seçilmemesi gerektiğini söyleyen bir kişiye aitti. Bazı bilgilere göre, Papa XVI. Benedict, 1927’de Almanya’da doğmuş ve 1933’te Naziler iktidara geldiğinde henüz çocuktu. Ailesi faşist rejime karşı olmasına rağmen, Hitler Gençliği hareketine katılmak zorunda kalmış ve birkaç yıl sonra Alman ordusuna alınmıştır. Bu dönemde, bir uçaksavar birliğinde görev yaptığı ve kısa bir süreliğine Hitler Gençliği hareketinin üyesi olduğu söylenir. Bu bilgiler, Papa XVI. Benedict’i sevmeyenler tarafından sürekli gündeme getirilmiştir. Ancak, bazı teologlar ve araştırmacılar, Papa’nın Nazi Partisi’ne katılımının gönüllü bir bağlılık olmadığını, dönemin zorunlu koşullarından biri olduğunu savunurlar. Gerçekte Papa XVI. Benedict, Yahudiler için kutsal kabul edilen Ağlama Duvarı’nı ziyaret ettikten sonra, Nazilerin gerçekleştirdiği Yahudi soykırımı sırasında Tanrı’nın sessiz kaldığını sorgulaması gerektiğini dile getirir. Ancak bu açıklamaların ardından, Vatikan’ın daha önce aforoz ettiği dört piskopostan biri olan Richard Williamson’un Kilise’ye yeniden kabul edilmesi büyük bir tartışma yaratır. Çünkü Williamson, Yahudi soykırımını ve gaz odalarının varlığını inkar eden açıklamalarıyla tanınmaktadır. Bu adım, Papa Benedict’in anti-Semitik düşünceler taşıdığı yönünde eleştirilere yol açar. Filmde geçmişe bir gönderme olarak, Papa Francis ile bir futbol maçı izleyen bir kişinin “O bir Nazi” demesi, Papa Benedict’in bu yönüne dikkat çekilmek istenmiş olabilir.
Papa XVI. Benedict’in papa olduğu dönemlerde, en güvendiği yardımcılardan birinin Vatikan’ın “gizli sırrını” sızdırmasıyla sarsılır. Bu olay, Kilise’nin yolsuzluk iddialarını ve din adamlarına yönelik çocuk cinsel istismarı suçlamalarını kamuoyunun ve siyasetin gündemine bomba gibi oturur. Kilise’nin katı tutumundan ve etrafı saran olumsuz haberlerden uzun süredir rahatsızlık duyan Papa Francis, 2012 yılında, emekli olma izni istemek amacıyla Roma’ya gitmeye karar verir.
Papa XVI. Benedict, Papa Francis’in emeklilik talebiyle yaptığı ziyareti kabul eder ve özel konutunun bahçesinde yürüyüşe çıkarak onunla diyalog kurmaya başlar. Bu sırada Papa Francis’in evli erkeklerin rahip olabileceği, eşcinselliğin suç sayılmaması gerektiği ve boşanmanın mümkün olabileceği yönündeki görüşleri Papa XVI. Benedict tarafından tartışmaya açılır. Çünkü Roma Katolik Kilisesi’ne göre rahip olabilmek için kişinin Katolik olması, teolojik bilgi ve formasyona sahip olması ve “bekârlık yemini” etmesi gerekmektedir. Ayrıca, evliliğin yalnızca ölümle sonlanabileceği ve başka bir nedenle boşanmanın kesinlikle reddedildiği kabul edilir. Geleneğe sıkı sıkıya bağlı olan XVI. Benedict, Papa Francis’in bu düşüncelerine karşı çıkar ve geleneksel Katolik inancının korunması gerektiğini vurgular. Ona göre, Kilise’nin yüzyıllardır süregelen öğretilerinin savunulması, bir sınır çizgisi ve duvarın mutlaka muhafaza edilmesi şarttır. Buna karşılık, Papa Francis, Markos İncili’nden (2/12) “Ben doğru kişileri değil, günahkârları çağırmaya geldim” şeklinde bir alıntıyla cevap verir. Bu sözleriyle, insanların hata yapmasının hayatın doğal bir parçası olduğunu, İsa’nın toplumun dışladığı insanlara duvar örmek yerine onlara merhametle yaklaştığını ve Kilise’nin de aynı anlayışı benimsemesi gerektiğini ifade eder. Tüm bu konuşmalarının ardından Papa XVI. Benedict, Papa Francis’in emeklilik talebini reddeder. Bunun gerekçesini ise film, onun emekliliğe ayrılması halk ve Kilise tarafından protesto olarak yorumlanabileceği şeklinde yansıtır. Zaten Kilise, çeşitli skandallar nedeniyle halkın güvenini kaybetme sürecindeyken, bu istifa talebinin kabul edilmesi durumunda bu kaybın daha da artacağı yönünde endişeler taşıdığı görülür. Aynı şekilde film, bu emekliliğin Papa XVI. Benedict’in başarısız bir lider olarak görülebileceği şeklinde insani bir sorgulamanın yaşanmışlığına da dikkat çeker.
İki papa arasındaki konuşma, başka bir konuyla devam eder. Papa Francis, Kilise’nin insanları kaybetmesinin sebebinin, narsist bir yapıya sahip olması ve değişim göstermek yerine tıkanıp kalması olduğunu savunur. Kilise’nin ve din görevlilerinin modern sorunlara karşı kayıtsız kaldığını ve toplumdan uzaklaştığını düşünen Francis, kendisini bir satıcı, Kilise’yi ise bir ürün gibi görerek eleştirilerini dile getirir. Filmin bu sahnesinde geçen diyalogda, Papa Francis’in mevcut teolojik anlayışının tartışmaya açıldığı görülür.
Bu eleştirisinin temelinde, Kilise’yi hasta eden iki kavram yatmaktadır. Bunlardan ilki “Self-Reflection”dır. Papa Francis’e göre bu, Kilise’nin kendine odaklanarak Tanrı ve diğer insanlar yerine yalnızca kendi meseleleriyle ilgilenmesi anlamına gelir. Başka bir ifadeyle, İsa Mesih’i yalnızca kendi içinde arayıp dış dünyaya yansıtmayan, yalnızca kendini referans alan bir Kilise hastalığıdır. O, Kilise’nin bu yönünü “teological narcisism” şeklinde ifade eder. Bir diğer Kilise hastalığı ise “functionalism” olarak adlandırılır. Papa’nın ifadesiyle bu, “Spritial Worldliness” (Ruhsal Dünyevileşme) anlamına gelir. Bu kavram, Kilise’nin tamamen dünyaya adanması veya dünyevileşmesi, yani Tanrı’nın amaçları yerine dünyevi hedeflere ve isteklere yönelmesi olarak tanımlanır. Papa Francis, bu kavramı sıkça kullanarak Kilise’nin, Tanrı’ya hizmet etmesi gerekirken makam, iktidar veya maddi çıkarlar gibi dünyevi hedeflere yöneldiği durumları eleştirmiştir. Ayrıca, bu iki kavramdan yola çıkarak, Kilise’nin bugün İsa’nın mesajını ve ışığını dünyaya getirme misyonunu yerine getiremediğine dikkat çekmiş ve böylece değişimin gerekliliğini temellendirmiştir.
Bu noktada, Papa XVI. Benedict, Kilise’de yaşanan bu hastalık ve kaybın farkında olmadığını; modern dünyadaki değişimlere rağmen misyonunu yerine getirdiğini savunmaya devam eder. Ayrıca, eskiden geleneksel dini düşüncelerden farklı bir görüşe sahip olmadığını ifade ederek Papa Francis’i eleştirir. Papa Francis ise değiştiğini söyleyerek buna karşılık verir. Ancak, Papa XVI. Benedict, Francis’in değişmediğini, aksine ödün verdiğini ısrarla vurgular. Buradaki ödün vermekten kastı, Kilise’nin modernite karşısında misyonunu yerine getirirken kendi geleneksel düşüncelerinden taviz verdiğidir. Bu aşamada tartışma, teolojik ve felsefi zemine kayar ve Tanrı’nın doğasıyla ilgili hususlar konuşulur.
Papa Francis, doğada, evrende ve hatta Tanrı’da bile bir durağanlık olmadığını vurgular. Papa Francis, burada Kilise’nin “zamanın şartlarında (sign of the times)” kendini güncellemesinin olağan olduğunun teolojik temellendirmesini yapıyor gibidir. Bu bağlamda, Kilise’nin modern dünyadaki varlığını, yenilikçi ve ilerlemeci bir yolla devam ettirebileceğini; bunun geleneksel Katolik inancında bir sapma (discontinuty) olmadığını aksine devamlılık (continuity) olduğunu ispatlamaya koyulur. Buna karşılık, Papa XVI. Benedict, Tanrı’nın değişmez olduğunu savunur ve “Eğer Tanrı sürekli değişiyorsa, onu nerede bulacağız?” diye sorar. Papa Francis ise kısa ve anlamlı bir cevapla “Yolda…” der. Bu ifade, insanların Tanrı’yı bulma sürecindeki aktif rolünü vurgular. Ayrıca, burada Papa Francis’in “The Pilgrim Chruch (Hacı Kilise)” anlayışına atıfta bulunulur. Yani, Kilise’nin bu dünyada hac yolculuğunda olan bir Hacı olmasıdır. Hacı bir Kilise olmak, sürekli hareket halinde olan bir yolcu halk olmaktır. Bu anlayış, II. Vatikan Konsili’nin Lumen Gentium’unun 6. maddesinde şöyle geçer: “Kilise, yeryüzünde Rab’den uzakta yabancı bir ülkede yolculuk ederken, sürgünde gibidir.” Hacı, evinde çok uzakta, birçok tehlikeyle karşı karşıya, dinlenmeden hareket eder. Ona göre Yolculuk, Hıristiyanların doğasının/kimliğinin bir parçasıdır. Kilise, hacıdır. Hacı olmak; savunmasız olmak ama aynı zamanda yolculukla zenginleşmek anlamına gelir.
Papa Francis’in dinamik Tanrı anlayışı, modern dünyanın değişen koşullarına uyum sağlama gerekliliğine yönelik bir çağrı olarak değerlendirilebilir. Doğum kontrolü, boşanma, artan eşitsizlik ve adaletsizlik gibi insan yaşamını zorlaştıran konulara Kilise’nin yeterli cevap üretemediği, bu nedenle insanların Tanrı’nın varlığını hissetmekte zorlandığı vurgulanır. İnsanlar, tarihsel koşullarla inanç ve duygusal bağ kurarlar; ancak bu koşullara uygun yeni teolojik yorumlar geliştirilmediği takdirde, dini söylemler zamanla insan yaşamından silinir. Sonuç olarak, Tanrı, bireylerin hayatında etkisiz ve uzak bir varlık haline gelebilir.
Filmin ilerleyen bölümlerinde Papa Francis’in serzenişi açıkça görülür. Dinlerin dünyada ve insanlar arasında barış ile adaleti sağlamadaki önemine atıfta bulunur, ancak Kilise’nin çocuk istismarına ilişkin suçları örtbas etmesi, bu duyguyu derinden sarsmıştır. Papa Francis, Papa XVI. Benedict’i Kilise’nin prestijini koruma çabası nedeniyle şu sözlerle eleştirir: “Dokuz milyon kişi inancını yitireceğine, dokuz çocuk acı çeksin (…) rahipten gelecek birkaç sihirli sözün her şeyi yoluna sokacağına inanmadım.” Buradaki “sihirli söz” ifadesi, Hıristiyanlıktaki yedi sakrementten biri olan “günah çıkarma”ya yapılan bir göndermedir. Günah çıkarma, kişinin işlediği günahı bir dini otoriteye itiraf edip bağışlanma talep ettiği bir uygulamadır. Ancak, Papa Francis, günah çıkarmanın yalnızca bireyi bağışlamaktan ibaret olmaması gerektiğini, aynı zamanda kurbana fayda sağlamadığını ifade eder. Ona göre, günah çıkarmanın işlevi yalnızca ruhu temizlemek değil, aynı zamanda iyileştirilmesi gereken sorunları ortadan kaldırmak olmalıdır.
Bu derin tartışmadan sonra Papa Francis, XVI. Benedict’in evinde bir geceliğine misafir olur. Bu misafirlikte zifiri bir sessizlik hakimdir ve XVI. Benedict, artık Tanrı’nın sesini duymadığını söyleyerek samimi bir itirafta bulunur. Ardından Papa Francis’in geçmişine dair siyah-beyaz temalı çekilmiş sahneler yer verilir. Akabinde XVI. Benedict, piyano çalar ve seyirciler için güzel bir dinleti başlar. Piyano sonrası TV izleme sahnelerine geçilir ve nükteli sohbetler edilir. Filmin bazı yerlerinde, Papa Francis’in XVI. Benedict ile Fanta eşliğinde pizza paylaşması, bir büfede halkla birlikte maç izlemesi, ardından evde Arjantin ve Almanya futbol takımlarının Dünya Kupası finalini izleyerek birbirleriyle şakalaşması ve Papa Francis’in XVI. Benedict’e tango öğretmeye çalışması gibi sahnelere yer verilir. Bu sahneler, Papaların da sıradan insanlar gibi günlük ve eğlenceli anlar yaşayabileceğini vurguluyor gibidir. Katolik Kilisesi’nin resmi öğretisine göre Papa, İsa Mesih’in ve Aziz Petrus’un halefidir; dolayısıyla bu sahnelerle, Papaların yalnızca dini görevleriyle meşgul oldukları yönündeki yaygın algıyı kırma ve onları insanileştirme amacı güdülmüş gibi görünüyor.
Papa Francis, kendisine emekli olma izni verilmeyeceğini anladığında Roma’daki ziyaretinin ikinci gününde Papa XVI. Benedict’e haber vermeden ayrılma kararı alır. Bunu duyan Papa, görevlilere onu Vatikan’daki Sistina Şapeli’ne getirmesini ister. İkisi, Sistina Şapeli’n salonunda görüşürler ve ikisi saygıyla birbirlerini karşılarlar. Papa XVI. Benedict ona, “Papa olarak seçilseydin ne yapardın?” diye sorarak esas düşüncelerinin ne olduğunu anlamaya çalışır. Papa Francis bu soruya yalnız yemek yemeyeceğini, İsa’nın da her zaman yemeğini paylaşıp insanları beslediğini söyleyerek karşılık verir. Ancak buna önemli bir şey daha ekler: banka ve faiz sorunun çözeceğini. O, bankalara borçlanan insanları devlet denetiminden çıkmak için yalvaran kafesteki kaplanlara ve bankaları da gördükleri her şeyi yutan bir mekanizmaya benzetir. Gerçekte Papa Francis, küresel finans sistemini ve bununla bağlantılı olarak banka ve faiz konusunda yaptığı açıklamalarda insan onurunu zedeleyen, adaletsizliğe yol açan ve yoksulluğu artıran, insanın boyunduruk altına girdiği bir sistem olarak eleştirir. Geleneksel Katolik öğretisinde faiz alımı tarih boyunca eleştirilmiştir. Papa Francis, bu geleneği devam ettirerek modern finans sistemlerinin daha insan merkezli ve ahlaki normlarla oluşturulması yönünde teşvik edici söylemlerde bulunur. Tam bu sahnede Sistina Şapel’deki bir Altın Buzağı simgesi gösterilir. Altın Buzağı, hem dini hem felsefi hem de mitolojik anlamlar içermekte ve genellikle bireylerin ve toplumların kriz anlarında bile zenginlik veya güç uğruna ahlaki değerlerinden ödün vermesi şeklinde bir metafor olarak kullanılır. Bu anlatı büyük oranda Tevrat’ta yer alan Exodus 32. Bölüm’e dayanır.
3. İki Papa’nın Günah Çıkarışı
“Suçlayacak kimse bulunmadığında herkes suçludur demektir.” (Papa Francis)
Bu sahnenin devamında, XVI. Benedict’in, Papa Francis’in emeklilik talebini reddetmesinin altında derin sebepler olduğu ortaya çıkar. XVI. Benedict, Francis’in isteğini geri çevirirken aslında kendi istifa planını açıkladığını söyler. Papa Francis, büyük bir şaşkınlık yaşar ve Benedict’i istifa etmemesi yönünde ikna etmeye çalışır. Katolik inancına göre, bir Papa ölene kadar görevde kalmalıdır; Papa Francis, bu durumu “İsa çarmıhta inmedi!” şeklinde ifade eder. XVI. Benedict, kendisinden sonraki kişiyi Papa Francis’i önereceğini belirtir. Eğer bu öneriyi kabul etmezse ne o emekliye ayrılacaktı ne de kendisi istifa edebilecekti ve bunu XVI. Benedict “teolojik ikilem” olarak nitelendirir. Onun fikirlerine her ne kadar katılmasa da Bergoglio’ya (Papa Francis’e) ihtiyaç olduğunu dile getirir. Ancak Papa Francis, bunun mümkün olmadığını söyler.
Papa Francis, neden Papa olamayacağını düşündüğünü geçmişteki hatalarını dile getirerek itiraf eder. Bu noktada film, Papa Francis’in geçmişine bir yolculuk yapar. 1973 yılında, henüz 36 yaşındayken Arjantin ve komşu Uruguay’daki tüm Cizvitlerin lideri olur. Ancak bu görevdeyken, 1976 yılında ABD destekli bir askeri darbe gerçekleşir. Bu darbe sırasında, yaklaşık 30.000 kişi solcu oldukları veya yeni kurulan diktaya karşı çıktıkları gerekçesiyle yargısız infaz edilerek öldürülür. Bunun yanı sıra muhalif kadınların doğum yaptıklarında bebekleri ellerinden alıp rejime verildi. Hala gerçek ailesini bilmeden yaşamını sürdüren insanların varlığından bahsedilir. Darbe, yalnızca halkı ve muhalifleri değil, sol eğilimli Cizvit rahiplerini de derinden etkiler. Bu dönemde, hem kendisini hem de kilise üyelerini koruyabilmek için darbeci militanlarla bir uzlaşma sağlamak zorunda kalır. İlerleyen yıllarda, Papa Francis, papalık görevine geldikten sonra, “Kirli Savaş” olarak adlandırılan bu dönemde rejim tarafından kaçırılan iki rahibi savunmadığı yönündeki suçlamalarla karşılaşır. 1990 yılında, liderlik görevlerinden alınır ve Arjantin’in Córdoba şehrine sürgün edilir. Bu sürgün, iki yıl boyunca sürer ve Papa Francis bu dönemi “büyük bir içsel kriz zamanı” olarak tanımlar. Córdoba’dan döndüğünde ise, yoksulluk ve eşitsizlikle mücadelede daha liberal bir tutum benimseyerek bu anlayışı Vatikan’a da taşır.
Papa Francis, bu zorlu süreçten bahsederken, “İsa’nın tüm bunlardaki yeri neydi? Sarayda çay mı içiyordu, yoksa Yorio ve Jalics (kaçırılan iki rahip) ile beraber hapiste işkence mi görüyordu? (…) Tanrı affeder ama ben affedemem” diyerek Tanrı’ya sitem eder. Bunun üzerine Papa Benedict, İsa’nın kanlı avucunu işaret ederek onun da acı çektiğini, aynı zamanda yalnızca bir insan olduğunu vurgular ve Papa Francis’in günahlarını bağışlar. Burada olaylar Papa Francis’in gözünden ve deneyimlediği duygulardan olaylara bakılmaya çalışıldığını söylemek mümkündür. Birine karşı suçlayıcı bir ifade kullanmadan önce o kişinin hikayesi bilmenin önemli olduğunu bize gösterir.
Ardından Papa XVI. Benedict, kendi itirafını yapmak ister. Papa, kilise içerisindeki rahiplerin onlarca yıl boyunca küçük erkek çocuklara yönelik tacizlerini anlatır. Ancak bu sırada filmin sesleri boğuk ve anlaşılmaz bir hale gelir. Bu ses tercihi, yıllarca istismara uğramış çocukların seslerinin duyulmamasına ve papaların kendi vicdanlarıyla yüzleşmelerine yönelik güçlü bir göndermede bulunuyor gibi görünmektedir. Papa XVI. Benedict’in, pedofili ve taciz suçlarıyla adı anılan bazı piskoposları bağışlayarak onları farklı bölgelere atadığı ve bu şekilde Kilise içindeki bu suçları örtbas etmeye çalıştığını bu sahnelerde itiraf ettiğini anlıyoruz. Filmin başında Papa Francis’in “günah çıkarma”nın kurbana fayda vermediğine yönelik eleştirisi burada anlam bulmaktadır. Bu sahnenin devamında Papa Francis, onun günahlarını bağışlar. Karşılıklı itiraf ve dostane sohbetten sonra Papa XVI. Benedict, 11 Şubat 2013 yılında istifa edeceğini duyurur. Ardından Papalık seçimlerinde, Papa Francis seçilir ve birçok uluslararası seyahatlerde bulunur. Bu iki papanın durumu tarihte bir ilki temsil ettiğini söylemek abartı olmaz. Çünkü Papa XVI. Benedict, 1294’te görevinden kendi isteğiyle ayrılan 5. Celestinus’tan sonra, istifa eden ilk Papa olmuştur. Papa Francis ise Avrupa dışından gelen ilk Latin Amerikalı papa olarak Katolik Kilise’nin başına geçmiştir.
Değerlendirme
Filmde Papa Francis ile XVI. Benedict’in diyalogları büyük ölçüde kurguya dayanır. Bu kurgu sayesinde izleyicilere iki önemli din adamının Tanrı, halk, teoloji, dinin modernizmle ilişkisi ve sosyal adalet konularındaki temel düşüncelerini anlama imkanı sunar. Ancak, filmde bazı eksiklikler de dikkat çekmektedir. Örneğin, XVI. Benedict’in Nazi Gençliği hareketine katılımı, kariyer sürecini ve Kilise içindeki cinsel taciz skandallarını nasıl yönettiği gibi konulara yeterince yer verilmemiştir. Ayrıca, Papa’nın gerçekte Fanta içmeyi sevmesi gibi kişisel detaylar dışında hayatı hakkında ve teolojik düşünceleri üzerine derinlemesine bilgi sunulmamaktadır. XVI. Benedict hakkında gerekli bilgilerin aktarılmaması, Papa Francis’in filmde daha çok ön planda tutulması ve izleyicide iki papa arasında bir seçim yapılması gerekiyormuş hissi uyandırmaktadır. Aynı zamanda filmin, hem XVI. Benedict’in istifasını hem de şu an görevde olan Papa Francis’in papalığını, iki papara arasında geçen diyaloglarla mantıksal zemini sağlayarak meşrulaştırmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Her ne kadar gerçekte olaylar bu kadar mantıksal ilerlemediği ve geçişin bu kadar yumuşak olmadığı gerçeğinin bilinmesine rağmen filmde, Papa Francis’in Kilisenin zorunlu istekleri doğrultusunda Papalık makamına getirildiği ve bunun da selefi XVI. Benedict tarafından onaylandığı imajı ön plana çıkarmaya çalışılmıştır.
Buna ek olarak filmde XVI. Benedict, Katolik geleneğine sıkıca bağlı; Kilise’nin zamanın ihtiyaçlarına göre güncellenmesi ve ilerlemesine karşı olan bir Katolik olarak tasvir edilmiş gibi görünmektedir. Bu da onun çeşitli okullarda beslendiği derin teolojik bilgisini gölgelemiştir. Oysa gerçekte, Hıristiyan teolojisi alanında akademik donanıma sahip biridir. 1953 yılında Münih Üniversitesi’nde “Aziz Augustine’nin Kilise Doktirininde İnsan ve Tanrı” isimli doktorasını tamamlamıştır. Üstelik çeşitli üniversitelerde akademik kariyerine devam ederken II. Vatikan Konsili’nde Köln kardinalinin danışmanı vasfıyla da yer almıştır. Papa XVI. Benedict, Tübingen Üniversitesi’nde görev yaparken ünlü Hıristiyan teologlardan biri olan Hans Küng ile yakın bir ilişki geliştirmiştir. Bu dönemde Hans Küng’ün reformcu görüşlerinden etkilendiğini söylemek mümkündür. Ancak, Hans Küng’ün “Papalığın yanılmazlığı” ilkesine yönelik eleştirilerinin kilisenin inanç doktrinin bütünlüğünü tehdit ettiğini düşünerek daha muhafazakar bir çizgiye kaymıştır. Kendisi Papa seçildikten sonra, eşcinsel evliliklere, ötenazi hakkının kabul edilmesi, kürtaj ve kadın hakları ve Hıristiyan hukuku gibi konularda tutucu bir eğilim göstermiştir.
Nihai olarak, sinema dünyasının başarılı aktörlerinden Anthony Hopkins ve Jonathan Pryce, rollerini son derece başarılı bir şekilde canlandırmışlardır. Yapımcıların, bu aktörlerin görünümlerini gerçeğe olabildiğince yakın hale getirmek için doğru makyaj ve kostüm tercihleri yapmış olmaları da övgüye değerdir. Ayrıca, filmde yer alan Sistina Şapeli sahneleri, Michelangelo’nun fresklerinin gerçeğe yakın bir şekilde taklit edilmesiyle seyircilere gerçek bir atmosferde çekilmiş hissi verdiğini söylemek mümkündür.
Filmde Geçen Bazı Replikler
“Sevginin pek çok sureti vardır. İnsanın sevgisiz yaşayabileceğini düşünmek büyük bir hatadır.”
“Kendini Tanrı’nın merhametine emanet etmek kolay değil. Biliyorum ki o, hatalarımızı unutmak gibi bir güce sahip.”
“Tüm diktatörlükler, seçme hakkımızı elimizden alır (…) ya da zaaflarımızı açığa vurur.”
“Tevrat’taki “Öldürmeyeceksin!” emri, nasıl insan hayatını korumak için net bir sınır çiziyorsa biz de günümüzde parayı yücelten dışlanma ekonomisine ve eşitsizliğe dur demeliyiz. Her toplum, yoksulların örgütlenmesine ve geliştirilmesine yardımcı olmalı.”
“Hakikat, hayati bir öneme sahip olabilir ama sevgi olmadan katlanılmazdır.”
“Suçlayacak kimse bulunmadığında herkes suçludur demektir.”
(Görseller için bkz. https://en.kinorium.com/1673361/gallery/ ve https://www.thearticle.com/a-tale-of-two-popes )